ATATÜRK İLKE VE INKILAPLARI
1 sayfadaki 1 sayfası
ATATÜRK İLKE VE INKILAPLARI
ATATÜRK İLKE VE INKILAPLARI
ÜNİTE - 1 İNKILAP (DEVRİM) KAVRAMI
TOPLUMLARIN EVRÝMÝ
İlk toplumlar kabile şeklinde kurulmuştur. Bir topluluk içindeki bütün insanlar eşdeğer sayılıyordu. Bütün işler kollektif olarak yapılıyordu.
Erkekler hep birlikte ava çıkıyor, elde ettiklerini aralarında paylaşıyorlardı. Ben duygusu değil biz duygusu egemendi. "Aile" henüz oluşmamıştı.
Bu insanların kullandıkları mallar üzerinde herkesin hakkı vardı. Yani "mülkiyet" kavramı da henüz bilinmiyordu. İlk devletler hep din temeline dayanıyordu.
"DEVLET" DÜZENİNE GEÇİŞ
"Aile" kavramının ortaya çıkmasıyla aile içinde kendiliğinden bir işbölümü meydana geldi. Anne çocuklara bakma, baba ise bu küçük topluluğu geçindirme görevini üstlendi.
Daha önceki dönemde kadın ile erkek arasında önemli bir fark yok iken şimdi bu iki tür arasında kendiliğinden bir görev ayrımı doğdu. Aile ile kişisel mülkiyet duygusu gelişti. Reisi kuvvetli olan aile diğer aileler üzerinde üstünlük kurdu ve böylece "boy" veya "kabile" dediğimiz ilk siyasal birlik belirmiş oldu.
Giderek bazı kabileler aynı inanca sahip olduklarını, aynı dili konuştuklarını, aynı düşmanların tehtidi altında bulunduklarını ve ekonomik çıkarların birbirlerini bağladığının farkına vardılar. Böylece kabileler birleştiler. İçlerinden en güçlü olanı başkan seçtiler
O kişi artık kabileler arasındaki düzeni sağlamaktadır. Buyrukları kabilenin ortak inancına uygun ise yasa durumunu alır.
Yasalara uymak zorunludur. Uymayan cezalandırılır.Böylece dünyanın çeşitli yerlerinde siyasal nitelikte birlikler belirdi. Kısaca "devlet" kavramı ortaya çıktf.
"Tarih boyunca bu gelişme içine bütün insanların girdiğini söylemek mümkün değildir. Bugün bile dev-letleşme aşamasına gelememiş topluluklar az da olsa vardır.
O halde devlet kurabilmek insanın eriştiği çok önemli bir gelişme aşamasıdır.
DEVLETİN GELİŞİMİ
Toplumların gelişmesinin geçirdiği süreç onların devlet aşamasına gelmeleriyle ilk sonucu vermiştir. Devlet kuramayan toplumlar ilerleyememişler; ya ilkel koşullar altında yaşamlarını sürdürmüşler, bir üst kültüre geçememişler veya çevrelerinde devlet kurmuş başka toplulukların tutsağı olmuşlardır.
Kültür; bir insan topluluğunun belli bir zaman içinde her alanda ürettiği maddi ve manevi bütün değerlerin toplamıdır.
Öyle ise devlet belli bir kültür düzeyine erişmiş toplumların ortaya çıkardıkları önemli bir kurum oluyor. Değerlerin üretilmesi için gerekli düzen devlet gücü tarafından sağlanır.
Devleti geçerli kılmak için onun sahip olduğu gücü toplum bireylerinde geçerli kılacak bazı temellere ihtiyaç duyar. Devlet ancak bu yolla varlığını his-settirebilir.
Bu temellerden birisi din'dir. Din toplum içinde yaşayanlar arasında birleştirici rol oynuyordu. Siyasal güce sahip olmaya başlayan şefler dini kullanıyorlardı, ilk devleti kuran Sürrierlerin siyasal şefleri dinlerinin baş rahipleriydi.
Hatta Mısır'da olduğu gibi, hükümdar doğrudan doğruya kendini tanrı dahi sayabilmiş ve toplum da bunu kabullenmişti, ilkçağda demokrat adıyla niteleyebilceğimiz toplumlara bile devlet gücü dolaylı da olsa dine dayanıyordu.
Dine dayansa da devletler kültür düzeyleri yükselterek varlıklarını sağlamlaştırmışlardır. Devletin en önemli işlevlerinden biri ise insanlar arasındaki ve toplum içindeki düzeni sağlamak için hukuk kuralları ortaya koymak ve bunların uygulanmasını sağlamaktır.
Bir devletin gelişmişlik derecesi hukuk kurallarının açık ve herkese eşit derecede olması ve adaletle uygulanması ile ölçülür.
Devletler çok uzun bir süre insanoğlunu ekonomik ve siyasal bakımdan ileriye götürmek yerine onların mevcut düzenlerini korumakla yetinmişlerdir. Bundan dolayı pek çok devletle yurttaşlar arasında hukuk kurallarının, uygulanmasında farklar gözetilmiştir.
Bazılarında hukuk adil uygulanmamış adil uygulananlarda ise kadm-erkek arasında fark görülmüştür. Günümüzde bile pek çok toplumda kadm-erkek eşitsizliği sürüp gidiyor. Bazı insanlar ise tam bir eşya gözüyle görülmüştür.
Onlara "köle" denilirdi. Kölelik düzeni son iki yüz yıl öncesine kadar varlığını sürdürdü. Tarih boyunca devletlerin gelişimi Avrupa'da "Aydınlanma Çağı" başlayıncaya kadar inişli çıkışlı bir grafik izlemiştir.
İNKILÂP (DEVRİM) KAVRAMI
Bir devleti yönetenler onun içinden çıktığı toplumun yapısına, kültürüne uygun davranmak zorundadır. Devlet gücünü elinde tutanlar, bu gücü toplumun gelişmesi için de kullanmalıdır. Bunu kullanmayanların devletleri bir süre sonra çökmüştür.
Düşünce özgürlüğü bulunmamasından dolayı kendine söylenenleri üzerinde derinlemesine düşünme olanığını bulmamıştır. Ortaçağın sonuna doğru bir uyanış başladı. Bu uyanışta coğrafi keşiflerin önemi büyüktür.
Aydınlanma çağının yaşanmasıyla bazı düşünürler "devlet" kavramı üzerinde durmaya başladılar. Yavaş bir evrimle gelişen devletler artık ihtiyacı karşılaya-mıyorlardı. Toplumda çeşitli sorular meydana geliyordu, insanlar arasındaki eşitsizlik nereden geliyordu. Böylece zihinlerde önemli bir aydınlanma oluşuyordu.
İHTİLÂL ve İNKILÂP
İhtilal, inkılabın ön aşamasıdır. İlkçağdaş Çin'de, Ortaçağda islam ve Hıristiyan dünyasında bazı düşünürler, hükümdarların adaletli hareket etmedikleri durumlarda değiştirilmelerini haklı görmüşlerdi.
Bu bir ihtilâl sayılmaz zorbalığa karşı bir direnme denilebilir. Aydınlanma çağında ise hükümdarın devlet gücünü Tanrıdan alma görüşü saçma olarak kabul edilmiş ve bütün yurttaşların devlet gücü üzerinde hakkı olduğu yolunda görüşmeler belirmeye başlamıştı.
Eğer bir hükümdar Tanrı'dan aldığı gücü halkın zararına kullanırsa insanlar arasındaki eşitsizliği gidermezse onu devirmek hakti.
Buna ilk büyük tepki bir İngiliz kolonisi olan Kuzey Amerika'dan geldi. Tarihin ilk bağımsızlık savaşını verdiler ve yepyeni bir devlet kurdular. Dünyanın ilk anayasasını oluşturdular.
Böylece Amerikalılar, İngiliz yönetimine karşı bir ihtilâl yapmışlardır. İhtilâl mevcut siyasal düzeni bazı güçlerin önderlerin öncülüğünde halkın zorla başından atması demekti.
Amerikalılar ihtilâl ile ortadan kaldırdıkları düzenden doğan boşluğu yeni esaslara dayanan bir devlet kurdular. İşte bu ikinci aşamaya "İnkılâp" (devrim) denir.
Bu olay Fransa'ya örnek oldu. Fransa'da halk, soylular, burjuvazi ve yarı köle gibi yaşayan yoksullardan oluşuyordu.
Kralların bu adaletsiz yönetimi sonucu burjuvaziler ayaklandı. 1789 yılında müthiş bir ihtilâl patlak verdi. Fransa'da krallık ve soyluluk kalktı. Kilisenin ayrıcalıkları sona erdi ve laiklik ilkesi devlete temel oldu
Böylece yepyeni esaslara dayanan bir toplum yapısı ortaya çıktı. Bu olaylarla dünyada ihtilâl ve inkılâp kavramları da gelişmiş oldu.
Fransız inkılâbı modeline göre pek çok ülkede ihtilâller görülmüştür. Bu iki tür olay hem 19yy.'da hem de 20.yy.'da çeşitli toplumlarda görüldü. Bugünkü Türk toplumunun temelleri de bu iki olayın ortaya koyduğu zemin üzerinde atılmıştır.
İNKILÂP MODELLERİ
Tarihte gözümüze çarpan birkaç devrim modeli vardır. Türk devriminin hangi model içinde yer aldığını bulacağız. Bütün devrimlerin iki ortak özelliği vardır.
Birincisi "zorlama"dır. Toplumda yüzlerce yıl yerleşmiş olan kurumları, o toplumun büyük bir bölümünün rızası da olsa, kolayca değiştirmek mümkün değildir.
Devrimin ikinci özelliği ise, toplumdaki belli başlı bütün siyasal, hukuksal, eğitsel, bilimsel kurumları kapsamına almasıdır. Sadece belirli, tek kurumun değiştirilmesi "devrim" sayılmaz.
Ancak, devrim dışı kalması gerekli bazı toplumsal kurumlar da vardır. Bunlar o toplumun manevi değerleridir. Din ve ahlâk gibi insanın iç dünyasını düzenleyen kurumlar da "zorlayıcı" değişiklikler yapılamaz.
Amerikan Devrimi; Avrupa'da gelişen çok önemli siyasal ve hukuksal düşüncelerin Amerikan aydın-larınca benimsenmesi sonucu mümkün olmuştur.
Yani Amerikan Devrimi bir düşünsel hazırlık evresinden geçmiştir. Daha güzel örneği Fransız Devriminde görürüz. Fransız Devrimi Avrupa kıtasını derinden etkilemiş ve bütün 19. yy. bu devrimin getirdiği yeniliklerin Avrupa toplumlarının büyük bir bölümü tarafından benimsenmesiyle gelmiştir.
Başka bazı devrimler ise böyle uzun bir hazırlık evresine ihtiyaç göstermez. Bazı toplumlar, başlarına geçen bir önderin veya önder kadronun yönetiminde bir ihtilâle sürüklenirler; ihtilâl başarılı geçerse devrim aşaması gelir ve yani bir düzen kurulur.
Bu tür devrimleri de ikiye ayırabiliriz. Önder kadro, başka ülkelerde daha önce doğmuş kimi ideolojileri kendilerine örnek alabilir. En güzel örneği 1917 yılında Rusya'da çıkan sosyalist ihtilâl oluşturur.
Bazı devrimlerde ise önder kadro toplum içindeki huzursuzlukları hiçbir model benimsemeden kendi bildiği gibi çözmek ister. Bu tür devrimler genellikle başarısızlıkla sonuçlanırlar.
Türk Devrimini yukarıdaki modellerden hangisine koymalı sorusunun yanıtı pek kolay değil. Türk devriminde "karmaşık" bir özellik vardır. 19. yy. ortalarında özellikle Fransız devriminin özgürlükçü modeli bir hayli gözde idi.
Diğer yandan, belli ölçüde A-merikan modelini andırır biçimde bir Kurtuluş Savaşı Türk devriminin başlangıç evresinde yer alır; fark şudur; Amerikalılar bağımsızlıklarını ilk kez kazanmak için harekete geçtiler, biz ise, binlerce yıl bağımsız yaşayan bir ulus olarak bu niteliğimizi yitirdiğimiz için yeni bir savaş sonu işgale ve parçalanmaya uğradığımız için Kurtuluş Savaşını yürüttük.
Savaş sırasında yepyeni esaslara dayanan bir devlet kuruldu. Yeni ile eski devlet arasında bir uyumsuzluk vardı. Bu aşamada hem eskiye karşı bir ihtilâl vardır, hem de devrim yoluyla kurulan yeni bir düzen.
Böylece Türk Devriminde diğer inkılâp hareketlerinde görülen özelliklerin hemen hepsi bir ölçüde bulunmaktadır. Ama, bütün bu olgular "ulusal" bir kalıba dökülmesi kendine özgü bir model oluşmuştur.
İNKILÂP İLE KARIŞTIRILMAMASI GEREKLİ OLAN KAVRAMLAR
Devrim ile inkılâp aynı şeydir. Ama ihtilâl ile inkılâp aynı değildir İhtilâl, inkılâbın ön aşamasıdır.
Evrim ile devrim arasında çok büyük fark vardır. Bütün bilim dünyasının üzerinde birleştiği üzere, evrim, toplumsal kurumların kendiliğinden hissedilmeden zamanın koşullarına uyarak değişmesidir.
Bazı toplumlarda, devlet yapısının çeşitli alanlarda işlerliğini yitirmesi sonucu "düzeltimlere" ıslahata gidilebilir. Bu tür değişikliklere "reform" adı verilir. Islahat girişimlerinde "zorla değiştirme" yoktur. Mevcut devlet bazı alanlarda yenilik yapmakta, o alanlara işlerlik kazandırmak istemektedir.
Örneğin; Osmanlı Devleti'nde zaman zaman "Islahata" gidilmiş, yani reformlar yapılmıştır. Ama bir "Osmanlı Devrimi" yoktur.
Kimi toplumlarda ise devletin yönetim kadroları çeşitli nedenlerle iş göremez hale gelirler. Bu durumda özellikle askeri gücü elinde bulunduranlar, mevcut yönetimi zorla değiştirip, yeni bir kadroyu işbaşına geçirebilirler. Bu tür olaylara hükümet darbesi denir. Darbelerde bir zorlama vardır.
UNİTE - 2 TÜRK İNKILABINA YOL AÇAN NEDENLERİ
Dünyanın en eski uluslarından biri olan Türkler de pek çok ülkede kurdukları devletleri, inandıkları dinlerin esaslarına dayandırmışlardır.
Buyruklarındaki çeşitli ve çoğu akraba kavimlerden oluşan kabileleri birleştiren Türkler, oluşturdukları devletlerin başına "hakan" veya "kağan" adını verdikleri birini geçiriyorlardı.
Eski Türk dinsel inanışına göre kağan ailesine "Gök Tanrı" egemenlik, yani devleti yönetme, buyurma yetkisini vermişti. Gök Tanrı egemenlik gücünü Kağan ailesine verdiği için o aile içindeki bütün erkeklerin devleti yönetme hakkı vardı.
Aile içinden kimin Kağan seçileceğini boyların şefleri saptarlardı. Kağan seçilen prens, ülkenin yönetimini kendisi gibi egemenlik hakkına sahip diğer kardeşleri ve yeğenleri ile birlikte yürütürdü.
Bundan dolayı Türklerin kurdukları devletler kısa sürede parçalanabilirdi.Göçebe kabileler birliği biçiminde gelişen Türk devletlerinde kadınlar da pek çok işi erkeklerle birlikte görüyorlardı.
Kadınlar kabile şeflerini temsil ederek, Kağan seçimine katılabilirlerdi. Osmanlı Devle-ti'nde ise haremdeki cariyeler (kadmköleler) içinde padişaha erkek çocuk doğuranlar eş kabul edilirlerdi, fakat hiçbir siyasal yetkileri bulunmazdı.
Türkler İslâmiyetten önce böyle bir toplumsal-si-yasal yapı içindeydiler, islâmiyet 7. yüzyılda Arap ya-nmadasfnda belirip, ilk dört halife döneminde (652-658) ise hızla yayılırken, Emeviler dönemi (661-750) başladığı zaman Arap orduları İran üzerinden Türk illerine ilerlemeye ve İslâmiyet! zorla yaymaya çalışıyorlardı.
Türkler Emevilere karşı k
ÜNİTE - 1 İNKILAP (DEVRİM) KAVRAMI
TOPLUMLARIN EVRÝMÝ
İlk toplumlar kabile şeklinde kurulmuştur. Bir topluluk içindeki bütün insanlar eşdeğer sayılıyordu. Bütün işler kollektif olarak yapılıyordu.
Erkekler hep birlikte ava çıkıyor, elde ettiklerini aralarında paylaşıyorlardı. Ben duygusu değil biz duygusu egemendi. "Aile" henüz oluşmamıştı.
Bu insanların kullandıkları mallar üzerinde herkesin hakkı vardı. Yani "mülkiyet" kavramı da henüz bilinmiyordu. İlk devletler hep din temeline dayanıyordu.
"DEVLET" DÜZENİNE GEÇİŞ
"Aile" kavramının ortaya çıkmasıyla aile içinde kendiliğinden bir işbölümü meydana geldi. Anne çocuklara bakma, baba ise bu küçük topluluğu geçindirme görevini üstlendi.
Daha önceki dönemde kadın ile erkek arasında önemli bir fark yok iken şimdi bu iki tür arasında kendiliğinden bir görev ayrımı doğdu. Aile ile kişisel mülkiyet duygusu gelişti. Reisi kuvvetli olan aile diğer aileler üzerinde üstünlük kurdu ve böylece "boy" veya "kabile" dediğimiz ilk siyasal birlik belirmiş oldu.
Giderek bazı kabileler aynı inanca sahip olduklarını, aynı dili konuştuklarını, aynı düşmanların tehtidi altında bulunduklarını ve ekonomik çıkarların birbirlerini bağladığının farkına vardılar. Böylece kabileler birleştiler. İçlerinden en güçlü olanı başkan seçtiler
O kişi artık kabileler arasındaki düzeni sağlamaktadır. Buyrukları kabilenin ortak inancına uygun ise yasa durumunu alır.
Yasalara uymak zorunludur. Uymayan cezalandırılır.Böylece dünyanın çeşitli yerlerinde siyasal nitelikte birlikler belirdi. Kısaca "devlet" kavramı ortaya çıktf.
"Tarih boyunca bu gelişme içine bütün insanların girdiğini söylemek mümkün değildir. Bugün bile dev-letleşme aşamasına gelememiş topluluklar az da olsa vardır.
O halde devlet kurabilmek insanın eriştiği çok önemli bir gelişme aşamasıdır.
DEVLETİN GELİŞİMİ
Toplumların gelişmesinin geçirdiği süreç onların devlet aşamasına gelmeleriyle ilk sonucu vermiştir. Devlet kuramayan toplumlar ilerleyememişler; ya ilkel koşullar altında yaşamlarını sürdürmüşler, bir üst kültüre geçememişler veya çevrelerinde devlet kurmuş başka toplulukların tutsağı olmuşlardır.
Kültür; bir insan topluluğunun belli bir zaman içinde her alanda ürettiği maddi ve manevi bütün değerlerin toplamıdır.
Öyle ise devlet belli bir kültür düzeyine erişmiş toplumların ortaya çıkardıkları önemli bir kurum oluyor. Değerlerin üretilmesi için gerekli düzen devlet gücü tarafından sağlanır.
Devleti geçerli kılmak için onun sahip olduğu gücü toplum bireylerinde geçerli kılacak bazı temellere ihtiyaç duyar. Devlet ancak bu yolla varlığını his-settirebilir.
Bu temellerden birisi din'dir. Din toplum içinde yaşayanlar arasında birleştirici rol oynuyordu. Siyasal güce sahip olmaya başlayan şefler dini kullanıyorlardı, ilk devleti kuran Sürrierlerin siyasal şefleri dinlerinin baş rahipleriydi.
Hatta Mısır'da olduğu gibi, hükümdar doğrudan doğruya kendini tanrı dahi sayabilmiş ve toplum da bunu kabullenmişti, ilkçağda demokrat adıyla niteleyebilceğimiz toplumlara bile devlet gücü dolaylı da olsa dine dayanıyordu.
Dine dayansa da devletler kültür düzeyleri yükselterek varlıklarını sağlamlaştırmışlardır. Devletin en önemli işlevlerinden biri ise insanlar arasındaki ve toplum içindeki düzeni sağlamak için hukuk kuralları ortaya koymak ve bunların uygulanmasını sağlamaktır.
Bir devletin gelişmişlik derecesi hukuk kurallarının açık ve herkese eşit derecede olması ve adaletle uygulanması ile ölçülür.
Devletler çok uzun bir süre insanoğlunu ekonomik ve siyasal bakımdan ileriye götürmek yerine onların mevcut düzenlerini korumakla yetinmişlerdir. Bundan dolayı pek çok devletle yurttaşlar arasında hukuk kurallarının, uygulanmasında farklar gözetilmiştir.
Bazılarında hukuk adil uygulanmamış adil uygulananlarda ise kadm-erkek arasında fark görülmüştür. Günümüzde bile pek çok toplumda kadm-erkek eşitsizliği sürüp gidiyor. Bazı insanlar ise tam bir eşya gözüyle görülmüştür.
Onlara "köle" denilirdi. Kölelik düzeni son iki yüz yıl öncesine kadar varlığını sürdürdü. Tarih boyunca devletlerin gelişimi Avrupa'da "Aydınlanma Çağı" başlayıncaya kadar inişli çıkışlı bir grafik izlemiştir.
İNKILÂP (DEVRİM) KAVRAMI
Bir devleti yönetenler onun içinden çıktığı toplumun yapısına, kültürüne uygun davranmak zorundadır. Devlet gücünü elinde tutanlar, bu gücü toplumun gelişmesi için de kullanmalıdır. Bunu kullanmayanların devletleri bir süre sonra çökmüştür.
Düşünce özgürlüğü bulunmamasından dolayı kendine söylenenleri üzerinde derinlemesine düşünme olanığını bulmamıştır. Ortaçağın sonuna doğru bir uyanış başladı. Bu uyanışta coğrafi keşiflerin önemi büyüktür.
Aydınlanma çağının yaşanmasıyla bazı düşünürler "devlet" kavramı üzerinde durmaya başladılar. Yavaş bir evrimle gelişen devletler artık ihtiyacı karşılaya-mıyorlardı. Toplumda çeşitli sorular meydana geliyordu, insanlar arasındaki eşitsizlik nereden geliyordu. Böylece zihinlerde önemli bir aydınlanma oluşuyordu.
İHTİLÂL ve İNKILÂP
İhtilal, inkılabın ön aşamasıdır. İlkçağdaş Çin'de, Ortaçağda islam ve Hıristiyan dünyasında bazı düşünürler, hükümdarların adaletli hareket etmedikleri durumlarda değiştirilmelerini haklı görmüşlerdi.
Bu bir ihtilâl sayılmaz zorbalığa karşı bir direnme denilebilir. Aydınlanma çağında ise hükümdarın devlet gücünü Tanrıdan alma görüşü saçma olarak kabul edilmiş ve bütün yurttaşların devlet gücü üzerinde hakkı olduğu yolunda görüşmeler belirmeye başlamıştı.
Eğer bir hükümdar Tanrı'dan aldığı gücü halkın zararına kullanırsa insanlar arasındaki eşitsizliği gidermezse onu devirmek hakti.
Buna ilk büyük tepki bir İngiliz kolonisi olan Kuzey Amerika'dan geldi. Tarihin ilk bağımsızlık savaşını verdiler ve yepyeni bir devlet kurdular. Dünyanın ilk anayasasını oluşturdular.
Böylece Amerikalılar, İngiliz yönetimine karşı bir ihtilâl yapmışlardır. İhtilâl mevcut siyasal düzeni bazı güçlerin önderlerin öncülüğünde halkın zorla başından atması demekti.
Amerikalılar ihtilâl ile ortadan kaldırdıkları düzenden doğan boşluğu yeni esaslara dayanan bir devlet kurdular. İşte bu ikinci aşamaya "İnkılâp" (devrim) denir.
Bu olay Fransa'ya örnek oldu. Fransa'da halk, soylular, burjuvazi ve yarı köle gibi yaşayan yoksullardan oluşuyordu.
Kralların bu adaletsiz yönetimi sonucu burjuvaziler ayaklandı. 1789 yılında müthiş bir ihtilâl patlak verdi. Fransa'da krallık ve soyluluk kalktı. Kilisenin ayrıcalıkları sona erdi ve laiklik ilkesi devlete temel oldu
Böylece yepyeni esaslara dayanan bir toplum yapısı ortaya çıktı. Bu olaylarla dünyada ihtilâl ve inkılâp kavramları da gelişmiş oldu.
Fransız inkılâbı modeline göre pek çok ülkede ihtilâller görülmüştür. Bu iki tür olay hem 19yy.'da hem de 20.yy.'da çeşitli toplumlarda görüldü. Bugünkü Türk toplumunun temelleri de bu iki olayın ortaya koyduğu zemin üzerinde atılmıştır.
İNKILÂP MODELLERİ
Tarihte gözümüze çarpan birkaç devrim modeli vardır. Türk devriminin hangi model içinde yer aldığını bulacağız. Bütün devrimlerin iki ortak özelliği vardır.
Birincisi "zorlama"dır. Toplumda yüzlerce yıl yerleşmiş olan kurumları, o toplumun büyük bir bölümünün rızası da olsa, kolayca değiştirmek mümkün değildir.
Devrimin ikinci özelliği ise, toplumdaki belli başlı bütün siyasal, hukuksal, eğitsel, bilimsel kurumları kapsamına almasıdır. Sadece belirli, tek kurumun değiştirilmesi "devrim" sayılmaz.
Ancak, devrim dışı kalması gerekli bazı toplumsal kurumlar da vardır. Bunlar o toplumun manevi değerleridir. Din ve ahlâk gibi insanın iç dünyasını düzenleyen kurumlar da "zorlayıcı" değişiklikler yapılamaz.
Amerikan Devrimi; Avrupa'da gelişen çok önemli siyasal ve hukuksal düşüncelerin Amerikan aydın-larınca benimsenmesi sonucu mümkün olmuştur.
Yani Amerikan Devrimi bir düşünsel hazırlık evresinden geçmiştir. Daha güzel örneği Fransız Devriminde görürüz. Fransız Devrimi Avrupa kıtasını derinden etkilemiş ve bütün 19. yy. bu devrimin getirdiği yeniliklerin Avrupa toplumlarının büyük bir bölümü tarafından benimsenmesiyle gelmiştir.
Başka bazı devrimler ise böyle uzun bir hazırlık evresine ihtiyaç göstermez. Bazı toplumlar, başlarına geçen bir önderin veya önder kadronun yönetiminde bir ihtilâle sürüklenirler; ihtilâl başarılı geçerse devrim aşaması gelir ve yani bir düzen kurulur.
Bu tür devrimleri de ikiye ayırabiliriz. Önder kadro, başka ülkelerde daha önce doğmuş kimi ideolojileri kendilerine örnek alabilir. En güzel örneği 1917 yılında Rusya'da çıkan sosyalist ihtilâl oluşturur.
Bazı devrimlerde ise önder kadro toplum içindeki huzursuzlukları hiçbir model benimsemeden kendi bildiği gibi çözmek ister. Bu tür devrimler genellikle başarısızlıkla sonuçlanırlar.
Türk Devrimini yukarıdaki modellerden hangisine koymalı sorusunun yanıtı pek kolay değil. Türk devriminde "karmaşık" bir özellik vardır. 19. yy. ortalarında özellikle Fransız devriminin özgürlükçü modeli bir hayli gözde idi.
Diğer yandan, belli ölçüde A-merikan modelini andırır biçimde bir Kurtuluş Savaşı Türk devriminin başlangıç evresinde yer alır; fark şudur; Amerikalılar bağımsızlıklarını ilk kez kazanmak için harekete geçtiler, biz ise, binlerce yıl bağımsız yaşayan bir ulus olarak bu niteliğimizi yitirdiğimiz için yeni bir savaş sonu işgale ve parçalanmaya uğradığımız için Kurtuluş Savaşını yürüttük.
Savaş sırasında yepyeni esaslara dayanan bir devlet kuruldu. Yeni ile eski devlet arasında bir uyumsuzluk vardı. Bu aşamada hem eskiye karşı bir ihtilâl vardır, hem de devrim yoluyla kurulan yeni bir düzen.
Böylece Türk Devriminde diğer inkılâp hareketlerinde görülen özelliklerin hemen hepsi bir ölçüde bulunmaktadır. Ama, bütün bu olgular "ulusal" bir kalıba dökülmesi kendine özgü bir model oluşmuştur.
İNKILÂP İLE KARIŞTIRILMAMASI GEREKLİ OLAN KAVRAMLAR
Devrim ile inkılâp aynı şeydir. Ama ihtilâl ile inkılâp aynı değildir İhtilâl, inkılâbın ön aşamasıdır.
Evrim ile devrim arasında çok büyük fark vardır. Bütün bilim dünyasının üzerinde birleştiği üzere, evrim, toplumsal kurumların kendiliğinden hissedilmeden zamanın koşullarına uyarak değişmesidir.
Bazı toplumlarda, devlet yapısının çeşitli alanlarda işlerliğini yitirmesi sonucu "düzeltimlere" ıslahata gidilebilir. Bu tür değişikliklere "reform" adı verilir. Islahat girişimlerinde "zorla değiştirme" yoktur. Mevcut devlet bazı alanlarda yenilik yapmakta, o alanlara işlerlik kazandırmak istemektedir.
Örneğin; Osmanlı Devleti'nde zaman zaman "Islahata" gidilmiş, yani reformlar yapılmıştır. Ama bir "Osmanlı Devrimi" yoktur.
Kimi toplumlarda ise devletin yönetim kadroları çeşitli nedenlerle iş göremez hale gelirler. Bu durumda özellikle askeri gücü elinde bulunduranlar, mevcut yönetimi zorla değiştirip, yeni bir kadroyu işbaşına geçirebilirler. Bu tür olaylara hükümet darbesi denir. Darbelerde bir zorlama vardır.
UNİTE - 2 TÜRK İNKILABINA YOL AÇAN NEDENLERİ
Dünyanın en eski uluslarından biri olan Türkler de pek çok ülkede kurdukları devletleri, inandıkları dinlerin esaslarına dayandırmışlardır.
Buyruklarındaki çeşitli ve çoğu akraba kavimlerden oluşan kabileleri birleştiren Türkler, oluşturdukları devletlerin başına "hakan" veya "kağan" adını verdikleri birini geçiriyorlardı.
Eski Türk dinsel inanışına göre kağan ailesine "Gök Tanrı" egemenlik, yani devleti yönetme, buyurma yetkisini vermişti. Gök Tanrı egemenlik gücünü Kağan ailesine verdiği için o aile içindeki bütün erkeklerin devleti yönetme hakkı vardı.
Aile içinden kimin Kağan seçileceğini boyların şefleri saptarlardı. Kağan seçilen prens, ülkenin yönetimini kendisi gibi egemenlik hakkına sahip diğer kardeşleri ve yeğenleri ile birlikte yürütürdü.
Bundan dolayı Türklerin kurdukları devletler kısa sürede parçalanabilirdi.Göçebe kabileler birliği biçiminde gelişen Türk devletlerinde kadınlar da pek çok işi erkeklerle birlikte görüyorlardı.
Kadınlar kabile şeflerini temsil ederek, Kağan seçimine katılabilirlerdi. Osmanlı Devle-ti'nde ise haremdeki cariyeler (kadmköleler) içinde padişaha erkek çocuk doğuranlar eş kabul edilirlerdi, fakat hiçbir siyasal yetkileri bulunmazdı.
Türkler İslâmiyetten önce böyle bir toplumsal-si-yasal yapı içindeydiler, islâmiyet 7. yüzyılda Arap ya-nmadasfnda belirip, ilk dört halife döneminde (652-658) ise hızla yayılırken, Emeviler dönemi (661-750) başladığı zaman Arap orduları İran üzerinden Türk illerine ilerlemeye ve İslâmiyet! zorla yaymaya çalışıyorlardı.
Türkler Emevilere karşı k
En son gül_34 tarafından Paz Ekim 25, 2009 9:29 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
gül_34- Adminastör
- Mesaj Sayısı : 124
Kayıt tarihi : 21/09/09
Nerden : İstanbul
ATATÜRK İLKE VE İNKILAPLARI
koydular. Abbasi Devletiyle birlikte durum değişti. Türkler üzerindeki zorlama siyaseti bırakıldı. Türk illeri ile Abbasiler arasında canlı bir ticaret yaşamı başladı. 10. yüzyılda ise Türklerin büyük kısmı İslamı benimsediler ve bu dinin koruyucusu, yayıcısı durumuna geldiler.
Bunların içinde en önemlilerinden biri, XI. yüzyılda kurulan Selçuklu Devleti'dir. Selçuklular, 1057 yılında Abbasi halifesini Şiilerin elinden kurtardılar.
Böylece İslam dünyasının siyasal egemeni oldular. Anadolu'yu da Türk yurdu yapan Selçuklular Türk ve islam kültürü üzerinde yükselen yepyeni bir uygurlık kurdular.
Ancak 13. yüzyılda Moğol istilasından sonra yıkılan Anadolu uzun bir süre belini doğrultamadı. Devlet ufak Türk beyliklerine bölündü.
Bunların en küçüğe ve en batıda olanı, komşusu Bizans'ın giderek güçsüzleşmesinden yararlanarak sınırlarını Batıya doğru genişletti. 15. yüzyıl ortasında istanbul fethedildi. Osmanlı Devleti tam bir imparatorluk haline geldi.
OSMANLI TOPLUM VE DEVLET DÜZENİ
Osmanlıların toplumsal düzeni ve devlet yapısı Anadolu Selçukluları modeHne göre işliyordu, devlet güçlenip ilk önce Rumeli'de sonra da Anadolu'da tam bir egemenlik kurunca, toplum yapısında bazı değişiklikler başladı.
Doğrudan doğruya dinsel kural-lara:dayanan güçlü bir imparatorluk oluştu.Ayrıca Türkler Orta Asya'dan beri edindikleri egemenlik anlayışı ile islamiyetle gelen esasları birleştirmişlerdi.
Osmanlı devletinde de durum böyleydi. Aile içinde, gene eski Türk geleneklerine uygun o-larak bütün erkekler egemenlik hakkıyla donatılmışlardı.
Bu durumda en güçlü olan ve devlet büyüklerinin desteğini alan şehzade padişah oluyordu. Egemenlik aile üyeleri arasında paylaştırılınca devlet çökme tehlikesiyle karşılaşıyordu.
Böylece Yıldırım Bayezıt (1359-1402) döneminden itibaren tahta geçen şehzade kendisine rakip olarak gördüğü erkek kardeşlerini öldürmeye başladı.
Fatih Sultan Mehmet (1451-1481) bu yöntemi bir saltanat yasası durumuna getirdi. 17. yüzyılda bu saltanat yasası da yavaş yavaş değişti. Osmanlı ailesinden en yaşlı erkek üye padişah oldu. Bu yöntem Osmanlı devleti sona erinceye kadar sürdü.
Osmanlı Devleti'nde padişahın yetkileri mutlak olduğu için her iş onun kişiliğine bağlıydı.
Padişah bütün devlet işlerini tek başına göremeyeceği için kendisine bir vekil atardı. Bu vekile "Ve-zir-i âzam" veya "Sadrazam" denilirdi.
Ülkeyi padişah adına yönettiği halde bu en yetkili görevlinin bile can ve mal güvencesi yoktu. Başta vekili olmak üzere devlet görevlilerinin hepsi padişahın kulu sayılırdı.
Sadece din bilginleri bu katı kuralın dışında idiler. "Ulema" denilen bu din bilginleri devlet içinde gittikçe ayrıcalıklı bir konuma erişti.
ORTAÇAĞ VE YAKINÇAĞ'DA OSMANLI DEVLETİ'NİN EKONOMİK DÜZENİ
Osmanlı Devleti büyük bir tarım ülkesiydi. Osmanlı Devleti'nde toprak padişahın yanı devletin malı sayılırdı. Ancak devlet toprağı doğrudan doğruya işleyemezd1. Bir memurunu (sipahi) toprağı yönetmekle görevlendirirdi.
Sipahi toprak üzerindeki köylülere iyi davranmak zorundaydı Köylünün yapacağı iş, ürünü aldıktan sonra bunun belli bir bölümünü veri olarak sipahiye vermekti.
Ürünün geriye kalanı onun olurdu. Bu yolla devlet devlet memuru olan sipahisine bir para ödemekten de kurtulurdu. Sipahi de vergilerin bir bölümüyle geçinirken, artanı ile de asker yetiştirirdi.
OSMANLI TOPLUM DÜZENİ
Osmanlı Devleti'nde yaşayan yurttaşlar "Müslümanlar ve Müslüman olmayanlar (gayrimüslimler)" biçiminde iki ana gruba ayrılırdı.
Devlet "Ehl-i Kitap" olan yani tek tanrıya inanan dinlere mensup olanlara, devlete itaat etmeleri durumunda büyük özgürlükler ve güvenceler sağlamıştı. Bu yurttaşlar inançlarının bütün gereklerini rahatça ve devlet güvencesi altında yerine getirirlerdi.
Ne özel ne de ekonomik yaşamlarına karışılırdı. Yalnız erkek gayrimüslimler "cizye" adında bir vergi öder, bundan başka devlet yönetiminde görev alamazlardı.
OSMANLI DEVLETİ'NİN GERİLEME NEDENLERİ
Osmanlı devleti 17. yüzyıl ortalarında bir durgunluk içine girdi, ilk önce yavaş yavaş sonra da hızla gerilemeye ve bir çökme süreci içine girmeye başladı.
Osmanlı Devleti konumu bakımından açık denizlere çıkacak durumda değildi. Bu nedenle büyük coğrafya keşiflerine katılıp denizaşırı ülkelere yerleşememişti.
Oysa bu keşifler Avrupa'nın durgun ekonomik ve siyasal yapısını değiştirmişti. Özellikle Batı Avrupa yüzünü tamamen açık denizlere çevirdi. Böylece Uzakdoğu ülkeleriyle, Anadolu ve Rusya üzerinden yapılan ticaret çöktü.
Diğer yandan Osmanlı tarım ürünleri de Batıdaki pazarlarını yitirdi. Çünkü denizaşırı ülkelerden daha bol ve ucuz mal sağlanıyordu.
Avrupa'daki bu uyanış düşünce, bilim ve dinde reform konularında da büyük patlamalar getirdi. Eğitim işini tamamen ihmal etmiş Osmanlılar için bu gelişmelerin içine girmek mümkün değildi.
Böylece ekonomik gerilemenin yanına eğitim ve bilim alanındaki yetersizlikler eklendi. Ayrıca 17. yüzyılda Rusya'nın Osmanlı Devleti üzerinden sıcak denizlere açılmak istemesi, diğer taraftan iran ile mezhep çekişmelerinin sürmesi Osmanlı devletini durmadan savaşan bir makine haline getirmişti.
Köylünün durumu dikkate alınmadan gelirleri artırmak yoluna gidilmesi toprak düzenini bozdu. Eskiden kalan sağlam bazı kurumlarıyla ve batıda uyandırdığı korku dolayısı ile Osmanlılar 18. yüzyılın sonuna kadar dayandılar.
Fransız ihtilalinin patlak vermesi gerilemeyi bir çöküş durumuna getirdi.Fransız ihtilalinin getirdiği ulusçuluk akımı tam bir felaket idi. ilk önce Sırplar 1812'de özerk oldular.
Ardından 1829'da Yunanistan'ın bağımsızlığını tanımak zorunda kalındı. Osmanlı devlet adamları bu kötü gidişi durdurmak için birtakım reform hareketine girdiler.
OSMANLI DEVLETİ'NDE ISLAHAT HAREKETLERİ
Osmanlı Devleti'nde geleneksel bazı alışkanlıkları kırarak yeniliklere yönelme düşüncesinin ilk denemesi 1727 yılında kitap basım tekniğinin Türklerce de uygulanmasıdır.
Ama asıl reform çağı, Osmanlı Devleti'nde büyük hükümdar III. Selim ile başladı (1789-1807). Arada bir bazı ufak kesintilere rağmen ıslahat çabaları çeşitli alanlarda, devlet sona erinceye kadar sürmüştür.
Osmanlı dönemindeki reformların temel amacı "devlet"! kurtarmaktı. Birey, yani insan, ikinci, hatta üçüncü plana itilmişti.
Hedef o "devlet"in parçalanmaktan kurtulması, tekrar eski gücüne hiç olmazsa yaklaşmasını sağlamaktı. Bütün çabalar bu yöne doğru yönelmiştir.
Bu çabalar:
• Osmanlı ordularının Batı karşısında sürekli yenilmesinden dolayı ilk büyük reformlar "orduyu" düzeltmek isteğini gerçekleştirme yolunda başladı.
• Ülkenin en verimli ve zengin yerlerinde yaşayan gayrimüslim yurttaşlar ulusçuluk akımının da etkisiyle bağımsızlık için ayaklanmışlardı. 19. yüzyıl boyunca gerçekleştirilen hukuk reformlarının ilk a-macı bu yurttaşları tekrar "devlete" kazandırmayı amaçlıyordu.
• Yapılan reformların "İslâmiyetle bağdaşıp bağdaşmadığı" en önemli çekişme noktasıydı. Hem din esasları içinde kalınacak, hem de çağdaşlaşılacaktı. Bu nedenle bazı aydınlar körü körüne bir Batı taklitçiliği içine girerken bazı aydınlar da buna tepki olarak geleneksel islam içinde kalmanın tek çıkar yol olduğuna inanmıştı.
III. SELİM VE II. MAHMUT DÖNEMİ
III. Selim, devletteki bozuklukları iyi teşhis etmişti. Ulaşmak istediği düzene "Nizam-ı Cedit: Yeni Düzen" adını vermişti.
Ama onun bu düşüncelerini gerekleştirebilecek bir kadro yoktu çevresinde. Birkaç iyi niyetli aydınla bazı yeniliklere girişti. Oldukça modern ve girdiği savaşlarda başarı gösteren bir ordu kurdu; diplomatik temsilciliklerimizi ilk kez o açtı.
Ancak III. Selim eski düzen yandaşlarınca bir ayaklanma sonucu devrildi. Yerine getirilen kardeşi IV. Mustafa tarafından öldürüldü (1808).
Bazı ileri görüşlü kişilerin yardımıyla bu padişah da devrildi. Tahta II. Mahmut çıkarıldı. Bu işi yapan bir Ayandı (Alemdar Mustafa Paşa).
II. Mahmut, amcası III. Selim'in hedeflerini kavramış ve onların gerçekleştirilmesi için neler yapılması üzerinde sağlam düşünceler üretmişti.
İlk önce ona engel olmak isteyenleri ortadan kaldırmak gerekliydi. Önce Ayanların siyasal güçlerini yok etti. 1826 tarihinde ( vaka-i hayyriye ) yeniçeri ocağını kaldırdı.
Ardından 16. yüzyıldan beri değişmeyen, merkez örgütüne yeni bir biçim verdi. II. Mahmut memurları bugünküne benzer statüye kavuşturdu.
Onların "Kul" olarak görülmelerini ortadan kaldırdı. Canlarını ve mallarını, hazırladığı bir yasa ile güvence altına aldı. Onlara düzenli aylıklar bağladı:
TANZİMAT DÖNEMİNİN AÇILMASI
II. Mahmut'un ölümünden sonra başa geçen oğlu Abdülmecid'in (1839-1861) çıkardığı iki büyük ferman İslam tarihinde çok önemli yenilikler içerir.
3 Kasım 1839 günü ilan edilen "Tanzimat Fermanı" ile devletin içine düştüğü durumdan kurtulmanın ilk çaresi olarak yurttaş ile devlet arasındaki ilişkiyi tekrar sağlamlaştırmak olduğu belirtiliyor.
Bu nedenle iyice yozlaşmış adalet işleri bir düzene kavuşturulacaktır. İlk kez bütün yurttaşlara yaygın bir ceza yasası yapılacaktır.
En önemlisi, yüzlerce yıl ölüm cezası verme hakkını bile elinde tutan padişah, hiçbir halk hareketi, ihtilal vb. olmadan kendi isteği ile bu yetkisinden vazgeçmektedir.
Hukuk devletinin bütün insanlara can güvencesi vermesidir. Bu da ancak yasaya uygun davranmak, adil bir biçimde yargılanmak ile sağlanır. İşte Tanzimat Fermanı ile bütün Osmanlı yurttaşlarına hukuk devletinin bu ilk ve belki en önemli ilkesi tanınmış oluyordu.
Abdülmecid 28 Şubat 1856 tarihinde, Kırım Savaşında ingiliz ve Fransız devletlerini yanına çekebilmek için ikinci reformu "Islahat Fermanı" adıyla i-lan etti. Müslüman olan ve olmayan yurttaşlar a-rasında yasalar karşısında tam eşitlik sağlandı.
Tanzimat döneminde devlet adamları şeriatın düzenlemediği konularda Batıdan yasalar aldılar. Böylece hukuk iki başlı duruma geldi.
Yeni orta öğretim kurumları ile yüksek okullar açıldı. Ama doğrudan doğruya din eğitimi veren medreselere dokunulmadı. Böylece eğitim alanında çift başlı bir alan oluştu.
MEŞRUTİYET DÖNEMİNİN AÇILMASI
Bazı hukuk reformları ile ulusçuluk duygularını bastırmak mümkün olmuyordu, bu nedenle dış felaketler birbirini izliyor, yapılan düzeltimler bir türlü istenilen sonuçları veremiyordu.
Bu durum karşısında Tanzimat döneminde yetişen ve Batı siyasal sistemini bir ölçüde kavramış sayıca az bir aydın grubu yeni bir kurtuluş çaresi önerdi.
Bu da halkın egemenliğe ortak edilmesi, siyasal özgürlüklerle donatılması idi. Böylece "Osmanlılık" ruhu doğacak her türlü özgürlüğe sahip olan insanlar devletin birliğini bozma düşüncesinden uzaklaşacaklardı.
1870 yılına doğru Türk tarihinde ilk kez siyasal özgürlükler uğrunda mücadele başladı. Sivil aydınların 1876'da silahlı kuvvetlerle işbirliği sonucunda Abdülaziz tahttan indirildi.
Yerine geçirilen V. Murat'ın akıl hastalığına tutulduğu için o da tahttan indirilip yerine Abdülhamit getirildi.
BİRİNCİ MEŞRUTİYET
II. Abdülhamit tahta çıktıktan sonra ilan edeceğine söz verdiği anayasayı hazırlattı, bu anayasa Avrupa toplumlarında olduğu gibi halkın bir baskısı sonunda ilan edilmemişti. Bir grup aydın ve asker isteği üzerine hazırlanmıştı.
Anayasayı yapan güç, egemenliği kesinlikle elinde tutan padişah olduğu için onu değiştirmek ve kaldırmak hakkı da hükümdara aitti.
23 Aralık 1876'da ilan edilen Anayasa (Kanun-i Esasi) aslında özgürlükçü bir rejim getirmiyordu. Egemenlik Osmanlı ailesine aitti. Osmanlı yurttaşlarının siyasal parti kurma ve toplantı özgürlükleri yoktu.
Tek yenilik bir kanadı halkın (Heyet-i Mebusan), diğer kanadı padişahın (Heyet-i Ayan) seçtiği bir parlamento kurulmasıydı. Bu meclisler birer danışma kurulu gibi idiler. Yasama yetkisi padişaha aitti.
Gene hükümeti kuran görevden alan padişahtı. Yargı güvenfiği kesin değildi. 1877-78 Türk-Rus savaşındaki yenilgiler üzerine Mebuslar Meclisi'nde hükümet ağır eleştirilmişti.
Bu tartışmaya kızan II. Abdülhamit her iki meclisi de tatil etti (1878). Doğrudan doğruya kişisel yönetim kurdu. Bu gidişten hoşnut olmayan genç subayların hemen hepsi II. Abdülhamit'in istibdat rejimine karşı cephe alıp aynı düşünceleri paylaşan diğer aydınlarla buluşup gizli dernekler kuruyor, özgürlük mücadelesini yeraltında yürütmeye çalışıyorlardı. Bütün gizli dernekleri çatısı altında toplayan "İttihat ve Terakki Cemiyeti" kuruldu.
İKİNCİ MEŞRUTİYET
20. yüzyılın başında Almanya'nın İngiliz çıkarlarını büyük ölçüde tehdit etmesi ve Osmanlı Devle-ti'ne yanaşması, ingiltere'nin birtakım gizli antlaşmalarla başta istanbul olmak üzere Ruslar'ın göz diktiği her yerin onlara verilmesine razı gelmesine neden oldu.
Bu durum karşısında II. Abdülhamit'in siyasetini yetersiz bulan ve ancakyeniden anayasalı bir monarşiye dönülmekle yurdun kurtarılacağına inanan İttihat ve Terakki Derneği'nin askeri üyeleri 1908'de saraya başkaldırarak II. Abdülhamit'in tekrar parlamentoyu toplamasını sağladılar. Böylece tarihimizde "İkinci Meşrutiyet" adı verilen dönem açılmış oldu (1908).
Meşrutiyetin siyasal ve hukuksal karşılığı bir hükümdarın yetkilerini demokratik bir anayasa ile "şarta bağlamak" yani halkla hükümdar arasında bir yetki paylaşmasına gidilmesidir.
Genç subayların enellikle Alman yandaşı olduğu için Osmanlı'nın güçleneceğini düşünen İngilizler, ordudaki alaylı okullu subay ayrımını kışkırttılar.
Bunun sonucunda 31 Mart 1909'da istanbul'da büyük bir gerici ayaklanma çıktı. Hareket ordusu ayaklanmayı bastırdı. II. Abdülhamit tahttan indirilip yerine V. Mehmet Reşat geçirildi. Anayasa'da olumlu değişiklikler yapıldı. Siyasal örgütleme ve toplantı hakları yurttaşlara tanındı.
Siyasal partilerin kurulması dönemi açıldı. Meclis-i Mebusan'ın yetkileri daraltıldı. Hükümetin meclise karşı sorumluluğu kabul edildi. Yargı güvensizliği yaratan hüküm kaldırıldı.
TRABLUSGARB VE BALKAN SAVAŞLARI
II. Meşrutiyet ilan edildikten sonra Bulgaristan-bağımsızlığını ilan etti. Avusturya-Macaristan Bos-na-Hersek'i topraklarına kattı, Girit tamamen Yunanistan'a bağlandı.
Avrupa'da birliğini geç tamamlayan italya sömürge arayışına girişmişti. İngiltere ve Fransa'nın desteğini alan İtalyanlar Kuzey Afrika'daki son Osmanlı toprağı olan Trablusgarb'a asker çıkardılar.
Rodos ve Oniki adayı işgal ettiler. Sonunda Ekim 1912'de yapılan Uşi anlaşmasıyla Trablusgarb İtalyanlar'a bırakıldı. Rodos ve Oniki ada geçici olarak İtalya'ya bırakıldı.
Osmanlı Devleti'nin Balkanlar'daki egemenliğine son vermek isteyen Rusya Balkan devletlerini kışkırttı. Sırbistan, Yunanistan, Bulgaristan ve Karadağ Osmanlı'ya karşı ittifak yaptılar.
Bu devletler Ekim 1912'de Osmanlı Devleti'ne savaş açtılar. Savaş sonunda Osmanlılar ağır bir yenilgi aldılar. 1913 yılında yapılan Londra Antlaşmasıyla Osmanlı Devleti'nin batı sınırı Midye-Enez çizgisine kadar geri çekildi, imroz ye Bozcaada dışındaki Ege adaları Yunanistan'a verildi.
Edirne ve Kırklareli Bulgaristan'a verildi. Arnavutluk bağımsızlığını ilan ett. Ayrıca 23 Ocak 1913 tarihinde İttihat Terakki Babıâli Baskını ile yönetimi tam anlamıyla ele geçirdi.
Osmanlı'dan aldıkları toprakları Balkan devletlerinin paylaşamaması II. Balkan Savaşının çıkmasına neden oldu. II. Balkan savaşına ilk savaşa katılmayan Romanya'da katılmıştır.
Savaş sonunda Osmanlı Devleti Edirne ve Kırklareli'yi Bulgarlar'ın elinden kurtarmıştır. Bulgarlar ile İstanbul, Yunanlılar ile Atina, Sırplar ile yine İstanbul antlaşmaları yapıldı.
ÜNİTE - 3 OSMANLI DEVLETİ'NİN SONA ERME SÜRECİNE GİRMESİ BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI
Devleti kurtarmak için girişilen Islahat hareketleri bütün çabalara rağmen istenilen sonucu vermemişti. Türk ulusunun kurtuluşu için artık belli başlı bütün kurumlarında devrimsel bir değişikliğe gidilmesi koşuldu.
Birinci dünya Savaşı'na girmemiz, bu vesileyi doğurmuştu. 1914-1918 yılları arasında geçen bu büyük savaş sonunda dünyanın çehresi değişmişti. Bilindiği gibi Osmanlı Devletinin katıldığı bu son savaş onun yıkıl-masıyla sonuçlanmıştı.
Savaş öncesinde Osmanlı Devleti'nde; İkinci Meşrutiyet'in de beklenilen sonuçları verememesi, aslında çok yurtsever, ama genellikle ileriyi göremeyen İttihat ve Terakki Partisi önderliğinde devlet yönetimini yüklenme zorunluluğu doğdu.
Babıâli Baskını ile bu olup bitti gerçekleşti. Özgürlük ve demorkasi istekleriyle yola çıkan bu kadro sonunda tam bir parti diktatörlüğü kurdu.
İTTİHAT VE TERAKKİ PARTİSİ'NİN HEDEFLERİ
İttihatçılar, Türk ulusçuluğunu belli bir ideoloji durumuna getirmeye çalışmışlardı. İttihat e Terakki'nin büyük düşünürü Ziya Gökalp'tır.
"Türkçülüğün" sınırları tam olarak çizilmemişti; islam esasları ile yoğrulmuş bir ulusçuluk ile Turancılığa kadar uzanan ve ırkçı diyebileceğimiz görüşler, parti içinde zaman zaman su yüzüne çıkıyordu.
Türk "ulusçuluğu (milliyetçiliği)" toplumsal ve siyasal akım olarak Osmanlı Devleti içinde çok geç belirmiştir. Türkler özellikle Balkanlı uluslaranı uyanışı ile bilinçlenme yoluna girmişlerdir.
İlk önce "dil"de başlayan Türkçülük, özellikle ittihatçı gençlerin çabalarıyla, 20. yy. başında siyasal gücü olabilen bir akım durumu alabildi.
İttihatçılar "Türkçülük" akımını ilk kez siyasal ve toplumsal boyutuyla tartışma alanına getirdiler. Bu parti yandaşları "Osmanlıcı" bir toplum yapısına da benimsiyorlardı.
Toplumun çok uluslu yapısını sonuna kadar savunma kararında idiler. Ancak her türlü yenilik Türkçülük ışığı altında yapılacaktır.
DÜŞÜNCE AKIMLARI
Uzun süren bir istibdat döneminden sonra Osmanlı toplumunda çeşitli düşünceler belirmeye başlamıştı.
İslamcılık:
İslamcılık düşüncesini savunanlara göre; toplumsal ve siyasal yaşayışın temeli dindir. Devletin içinde bulunduğu felaketi islamiyetten uzaklaşmanın sonucunda olduğunu savunuyorlardı, islamiyet fikrini benimseyenler Tanzimatı bile İslamyetten bur sapma olarak değerlendiriyorlardı.
Osmanlıcılık:
Tanzimat ile uygulamaya konulan ama kökleri daha lı. Mahmut zamanında bulan bir akımdı. Bu akmın temsilcilerine göre dinleri, uluslara.ı inançları ne olursa olsun bu ülkede yaşayan herkes "Osmanlı" sayılırdı.
Bu akımın amacı devletindağılmasını önlemekti. Tanzimat ilkeleriyle, bütün bu uluslar aynı haklara sahip eşit yurttaşlardan oluşan bir topluluk meydana getirmeye çalışılmıştı, ancak, çok uluslu imparatorlukların iyice zayıfladığı, ulusal devlet modelinin giderek benimsendiği bir çağda Osmanlıcılık bütün çabalara rağmen tutunamazdı.
KİŞİSEL GİRİŞİM VE YERİNDEN YÖNETME (Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet)
Prens Sabahattin adlı bir aydının başlattığı bu hareket, belki de "kişisel girişime" değer veren ilk akılcı akım olarak Osmanlı toplumu için son derece önemlidir.
Prens Sabahattin, yapılan bütün reformların "kişiye" değil "devlete" dönük olduğunu anlayabilmişti. O, Osmanlı insanına her bakımdan geniş özgürlükler tanınması ve çeşitli etnik grupların federasyona benzer bir siyasal birlik içinde yaşamalarını öneriyordu.
Bu düşünce akımları arasında üyelerinin sayısı çok az olan ufak bir sosyalist grup da bulunuyordu. Sosyalist düşüncenin gelişmesi için güçlü bir sanayiye ve işçi sınıfına ihtiyaç vardı.
Bunun için de öncelikle ulusal bir burjuvazinin yaratılması gerekiyordu. Ama Osmanlı toplumu bütün bu gelişmelerin çok ama çok gerisindeydi.
İttihatçılar Osmanlıcılık ve Türkçülük akımlarını yaşatmaya çalıştılar. Ama en çok etkisi altında kaldıkları akım Türkçülüktü.
Bu amaçla Türk gençleri yetiştirmek, Türk kadınına bazı haklar tanındı, ulusal bir burjuvazi oluşturmak için çalışmışlardır. Böylece bir ölçüde Cumhuriyet döneminde üzerinde durulan bazı sorunların hiç olmazsa tanınmasını sağladılar.
Ancak iç ve dış siyaset alanında İttihatçılar yanlışlar yaptılar. İç siyasette; Babıâli baskınından sonra parti hegemonyası kurarak demokratik gelişmenin umutlarını söndürdüler.
Dış siyasette ise iki farklı görüş vardı; ileride çıkacak büyük bir savaş olduğunu ve bu savaşta yansız kalıp bundan yararlanarak gerekli reformları yapmak gerekirdi.
Diğerbir görüş ise parti içinde asıl gücü elinde tutan askeri kanat ve onunda önderi bulunan Enver Paşa, savaş taraftarıydı
ALMANYA'YA YANAŞMA
Almanya I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti gibi bir müttefiki yaninda savaşa sokmak istiyordu. Bu yolla şu amaçları gerçekleştirecekti:
• İngiliz sömürgelerinde milyonlarca müslüman yaşıyordu. Osmanlı padişahı aynı zamanda müslümanların halifesi kabul ediliyordu. Bu yolla ingiliz sömürgelerinde büyük huzursuzluk çıkartılabilirdi.
• Süveyş Kanalı 1868 yılında açılınca Ortadoğu'nun ingiltere için önemi daha da artmıştı. İngiltere 1881 yılında Mısır'ı işgal edince doğu yollarını tam bir güvence altına koymuşlardı. Eğer Osmanlı Devleti Almanya'nın otoritesinin altına girerse, bu yol üzerinde ingiliz denetimi sona erecekti.
• Almanlar fazla nüfuslarını özellikle Batı Anadolu'ya yerleştirmeyi düşünüyorlardı. Anadolu'yu bir Alman 'kolonisi" haline getirmeye çalışıyorlardı.
• Bu siyasetler sonucunda Almanya-Osmanh Devleti yakınlaşması doğdu. Bunun en çarpıcı örneği Avrupa'yı Basra Körfezi'ne bağlayacak Bağdat demiryolu hattının yapımını Almanya'nın almasıdır.
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI
Savaşın Nedenleri ve Çıkışı
19. yy.'da dünyayı aralarında paylaşan emperyalist devletler o yüzyılın son çeyreğinde Alman İmparatortuğu'nun kurulmasıyla oluşturdukları dengeyi yitirmişlerdi.
Gelişen ekonomik çıkarların yol açtığı gerginlik müthiş siyasal bunalımlara yol açtı. Özellikle Almanya'nın dünya denizlerine egemen olmaya başlaması, ingiltere ile Fransa'nın pek çok pazarını kapması ve Avrupa'da izlediği siyasetle de gerginliğin artmasına yol açtı.
Balkan yarımadası osmanlı egemenliğinden çıkınca devletler arasında kıyasıya rekabet başlamıştı. Bu devletlerde yaşayan insanların etnik yapıları karışıktı.
Ama "Slav" öğesi çoğunluktaydı. En büyük Slav topluluğunu Ruslar oluşturuyordu. Ruslar 19. yy. boyunca Panslavizm ve Ponortodokslukla bu ulusları birleştirmeye çalışmıştı.
20. yy. başında dünyada büyük devletler arasında bir kutuplaşmaya gidiliyordu. Balkan savaşlarıyla Osmanlıların Avrupa'dan hemen hemen dışlanması üzrine Avusturya-Macaristan ve Rusya arasındaki çekişme daha ileri boyutlara ulaştı.
1871 yılında Fransa, Almanya'ya kaptırdığı Alsas-Loren bölgesini geri almak istiyordu. Avusturya veliahtının bir Sırplı tarafından öldürülmesi sonrası Avusturya-Macaristan ve Sırbistan'a savaş ilan etti. Böylece o zamana kadar görülmemiş bir gruplaşma içindeki devlerler birbirine girdiler.
Almanya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan ve Osmanlı Devleti ittifakı grubunu; ingiltere, Fransa, Rusya, Sırbistan, Belçika, Karadağ, Romanya, Yunanistan, Japonya ABD, Brezilya, İtalya ise itilaf devletlerini oluşturdular.
OSMANLI DEVLETİNİN SAVAŞA GİRİŞİ
Savaş başladığı zaman işbaşında bulunan Osmanlı hükümeti savaşın dışında kalma kararı vermişti. İtilaf devletleri de Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşa girmesini istemiyorlardı.
Hatta bunun için Osmanlılar'a bazı ödünler vermeyi bile yükümleneceklerini bildiriyorlardı. Hükümetin sivil kanadına mensup olanlar da yansız kalmayı düşünüyorlardı.
Fakat Enver Paşa savaşı Almanlar'ın kazanacağını düşünüyor ve Almanlar'ın yanında savaşa girmek için gizli bir bağlaşma anlaşması da imzalamıştı.
Enver Paşa'nındüşüncesi Almanya'nın savaşı kazanacağını düşünmesi ve bunun sonucunda Balkan savaşları sonucunda kaybedilen yerlerin geri alınması ve Rusların yenilmesiyle, Kafkaslardaki Türklerin bağımsızlığına kavuşması ve Ortaasya'da yaşayan Türklere ulaşıp Turan imparatorluğu kurmaktı.
Osmanlı Hükümeti savaş sırasındaki karışıklıktan yararlanıp kapitülasyonları kaldırdığını ilan etti. Ama Almanlarla Avusturya-Macaristan hükümeti kapitülasyonların kaldırılmasına uzun süre direndi.
Bu da dış politikada "dostluk" denilen kavramın doğrudan doğruya çıkarlar üzerine kurulu olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Almanya savaşın bir an önce bitirilmesi için itilaf devletlerinin güçlerini bölmeli, cepheleri genişletmeliydi. Bunun için Osmanlı Devleti'ni savaşa girmeye zorluyordu.
Savaş sırasında İngiliz ve Fransız donanması önünden kaçan Alman savaş gemisi (Goeben ve Breslau) Osmanlı Devletine sığınmışlardı Osmanlı Devleti bu iki gemiyi satın aldığını ilan etti.
28-29 Ekim 1914 gecesi bu savaş gemileri Rus limanlarını bombaladı ve Osmanlı Devleti savaşa girmiş oldu.
OSMANLI ÜLKESİNDE AÇILAN CEPHELER
Doğu Cephesi
Ruslarla savaşılmıştı. Bu cephenin açılmasın-daki amaç Rusya'yı savaş dışı bırakmak ve Ortaas-ya Türkleri ile temas kurup pantürkizm'i gerçekleştirmekti.
Bu cephede Rus askerinin veremediği zararı ağır kış şartlan, hastalık ve beslenme zorlukları vermiş ve 100 bine yakın asker donarak ölmüştür.
Bu arada Rus ajanları da Osmanlı topraklarında kalan Ermenileri büyük ölçüde ayaklandırdılar ve Osmanlıları arkadan hançerleme olayını yaşadılar Bunun üzerine Osmanlı Devleti Ermenileri zorunlu göçe tâbi tutmuştur.
Bu savaş sırasında 1917'de Rusya'da ihtilal çıkmış ve savaştan çekilmek zorunda kalmıştır. Rusya, Almanya ve bağlaşıklarıyla 3 Mart 1918'de Brest-Litovsk Barış Antlaşması imzaladı.
Bu anlaşmayla Ruslar 1878 Berlin barışıyla aldıkları Kars, Ardahan, Batum'u geri veriyorlardı.
Çanakkale Cephesi
Çanakkale cephesinin açılmasıyla Boğazlar itilaf devletlerinin eline geçmesine düşünüyorlardı. Böylece İstanbul düşecek, Osmanlı Devleti tarihe karışacaktı.
Aynı zamanda Rusya'ya da yardım gönderilecekti. İngilizler ve Fransızlar bu düşünceyi uygulamak için harekete geçtiler. Osmanlı Devleti, ordusuna silah ve cephane yardımının yapılması için Almanya ile arasında bir ulaşım imkanı sağlamalıydı.
Bu ise Bulgaristan'ın savaşa girmesiyle mümkündü. Bulgarlar Almanlarla savaşmaktansa anlaşmayı yeğlediler ve Osmanlı ordusu kendi imkanlarıyla Çanakkale'yi savunmaya başladı
Çanakkale cephesinde elde edilen başarı sonunda İstanbul kurtuldu ve savaşın hemen bitmesi umutlan suya düştü. Rusya'ya yardım ulaşamadı ve Rusya'da ihtilalin çıkması hız kazandı.
Kanal Cephesi
İngilizlere karşı açılmıştır. İngilizlerin sömürgele-riyle olan ilişkisini kesmek ve Mısır'ı İngilizlerden geri almak için açılmıştır.
İngilizlerin elindeki Süveyş Kanalı'na iki kez saldırı düzenlendi fakat başarılı olunamadı. Ordu yenildi ve geri çekildi.
Irak Cephesi
İngilizlere karşı açılmıştır. Kut el-Amora'da geçici bir başarı elde edilmesine karşı İngilizler Irak'ı ele geçirmişlerdir.
Filistin Cephesi
İngilizlere karşı açıldı. Alman generali Falkon-heyn başarısız olunca bölgeye Yıldırım Orduları Komutanı olarak atanan Mustafa Kemal orduyu günümüzdeki Suriye sınırına kadar çekti.
SAVAŞIN BİTİŞİ
Alman denizaltılarının ABD'nin ticaret gemilerini batırması üzerine ABD savaşa girmiştir. ABD'nin savaşa girmesiyle Almanya'nın Batı cephesi çökmüş, ittifak devletleri barış istemeye" başlamışlardır.
Savaştan çekilen ilk ittifak devleti Bulgaristan olmuştur. (29 Eylül 1918) Savaşa girdikten kısa birsüre sonra Amerikan Cumhurbaşkanı Wilson "Wilson ilkeleri" adı ile anılan ilkelerini yayınlamıştır.
Gizli antlaşma yapılmayacak
• Yenenler yenilenlerden toprak almayacak
• Yenilenler savaş tazminatı ödemeyecek
• Sorunların barış yoluyla çözülenebilmesi için CemiyeH Akvam adlı bir örgüt kurulacak
• Boğazlar bütün devletlere açık olacak
• Türklerin bulunduğu bölgelerde Türklere egemenlik hakkı tanınacak ancak aynı hak azınlıkların çoğunlukta bulunduğu bölgelerde onlara da tanınacak.
Bulgaristan'ın savaştan çekilmesi sonucu Almanya ile Osmanlı Devleti arasındaki bağlantı kesildi ve Osmanlı Devleti de Mondros Antlaşmasını imzalayarak savaştan çekildi.
ÜNİTE - 4 OSMANLI DEVLETİNİN PARÇALANMAYA BAŞLAMASI VE BUNA İLK TEPKİLER
I. Dünya Savaşı korkunç insan ve ekonomik yitikleri yanında çok önemli siyasal değişiklere de neden oldu.
ÇÖKEN İMPARATORLUKLAR
Bunlardan birincisi Rus Çarlığı idi. Bildiğiniz gibi daha savaş sırasında yıkılan bu büyük imparatorluk içindeki önemli siyasal ve toplumsal değişikliklerle yeni bir yapı almış ve tarihteki ilksosyalist devlet kurulmuştu.
Alman İmparatorluğu da daha savaş sona ermeden korkuç iç çalkantılarla karşılaşmış, ordu bölünmüş, sağ ve sol eğilimli gruplar ayaklanmışlardı. Bütün bunların sonucunda Alman imparatoru II. Wil-helm yurdunu terk etti.
Böylece Alman İmparatorluğu da çökmüştü. Önemli bir siyasal boşluk doğdu, kanlı iç didişmelerden sonra Almanya'da Cumhuriyet ilan edildi.
Bu cumhuriyet yönetimi yenen devletlerle ağır koşullu bir barış antlaşması imzaladı .(Versay 28.6.1919). Bu antlaşma ile Almanya pek çok toprağını yitiriyor, yenenlerin bazı batı bölgelerini işgal etmelerine göz yumuyor, "onarım bedeli" olarak ağır mali yükümlülükleri yerine getirmek zorunda kalıyordu.
Bütün bu ağır yitiklerden başka Almanya, sanayisini ve ordusunu sınırlamak zorunda kalıyordu. Bütün bu ağır hükümler Almanya'da eşi görülme-miş bir enflasyon ile işsizliğe yol açtı. Sonunda Almanya, bir rejim değişikliği geçirerek faşizmin egemenliği altına girdi.
Yenikler arasında yer alan ikinci büyük imparatorluk Avusturya-Macaristan idi. Çok uluslu yapısını yeri geldikçe anlattığımız bu devlette, savaşın sonuna doğru, bıkkınlık ve bezginik alâmetleri görülmeye başlandı.
İmparatorluğun parçalanmasıyla birlikte anlaşma devletleri Avusturya ve Macaristan ile ayrı ayrı barış antlaşmaları imzaladılar.
Avusturya ile 10 Eylül 1919'da imzalanan St. Germain (Sen Jermen) Barışı ile bu devlet ufak bir ülke haline getirildi. Bu arada Avusturya'da cumhuriyet ilan edildi. Macaristan ile de 4 Haziran 1920'de Trianon Barışı imzalandı. Ayrıca bu imparatorluğun sınırları içinde yeri bir Çekoslovakya devleti kuruldu.
Yenilenler arasında yer alan Bulgaristan ise 27 Kasım 1919'da imzaladığı Nevilly (Nöyi) Barışı ile savaştan çıktı.
En ağır ateşkes anlaşması Osmanlı ile imzalanmış ve ülke parçalanma sürecine sokulmuştu. Ardından gene bu parçalanmayı tam olarak onaylayan en ağır barış (Sevr Barışı - 10 Ağustos 1920) Os-manlı Hükümeti ile imzalanmıştı.
OSMANLI DEVLETİ'Nİ PAYLAŞMA ANTLAŞMALARI
Birinci dünya Savaşı öncesinde, 19. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı ülkesini parçalamak isteyen temel güç Rusya idi.
Bunun sebebi Rusya ancak Osmanlı Devleti üzerinden sıcak ve açık denizlere çıkabilirdi. Rusların bu tarihi siyasi politikası, ingiltere'yi rahatsız ediyordu, ingiltere ise Hindistan'a giden yollar üzerinde kendi kontrolünde bir Osmanlı'dan yanaydı.
Kırım Savaşında İngiltere ve Fransa, Rusya'ya karşı Osmanlı Devletini desteklemişlerdi. 1856'da imzalanan Paris Antlaşması ile Osmanlı'nın toprak bütünlüğü Avrupalı devletlerce Rusya'ya karşı korumaya alınmıştı.
Berlin Barışı ile Osmanlı ülkesinin Balkan Yarımadasına denk düşen bölümü büyük ölçüde parçalanmıştı. Durumdan korkuya düşen ingiltere, artık her biri Bulgaristan dışında bağımsız birer devlet olan eski Osmanlı illerinin Rus nüfusu altına düşmeye başladığını görüyordu.
İşte 1878 tarihinden itibaren İngiltere, fırsat çıkarsa Osmanlı ülkesini Ruslara bırakmamak ve kendisi tarafından ele geçirilmesini sağlamak istemiştir.
İngiltere'nin Osmanlı Devleti üzerindeki geleneksel siyaseti 8-9 Haziran 1908'de Reval Görüşmelerinde değişmiştir, ingiliz Kralı ile Rus Çarı'nın yaptığı görüşmelerde Osmanlı Devleti üzerinde tam bir anlaşmaya vardılar.
Bu anlaşma ingiltere'nin Rusya'yı Osmanlı ülkesi üzerinde serbest bıraktığı anlamına geliyordu. Nitekim Balkan Savaşları da bu anlaşmanın verdiği cesaretle Rusya'nın Balkanlı devletleri örgütlemesi sonucunda patlak verdi.
GİZLİ ANTLAŞMALAR
İstanbul Antlaşması (10 Nisan 1915) ingiltere, Fransa ve Rusya arasında.
Londra Antlaşması (26 Nisan 1915) ingiltere, Fransa, Rusya ve İtalya arasında
Sykes-Picot Antlaşması (3 Ocak 1916) ingiltere ve Fransa arasında
Saint-Jean de Mavrîanne Antlaşması (19 Nisan 1914) İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya arasında
Mac Mahon Antlaşması (1916) ingiltere ile Araplar arasında
Bu antlaşmalara göre;
1. Ürdün ve Irak İngilizlere
2. Mersin'den doğuya kadar olan Adana, Sivas, Hatay, iskenderun ve Mardin Fransızlara,
3. İzmir'in güneyinden başlayarak Mersin'e kaar olan Antalya, Muğla ve Konya İtalyanlara,
4. Doğu Anadolu ve Boğazlar ise Ruslara verilecekti.
Rusya'nın 1914 ekim devrimiyle savaştan çekilmesi ve antlaşmaları açıklaması üzerine bu paylaşım tasarıları uygulanamıyor ve değişikliğe uğruyor.
MONDROS ATEŞKES ANLAŞMASI
Bulgaristan'ın savaştan ayrılmasıyla Osmanlı devleti ile Almanya arasındaki köprü yıkılmıştı. Bu durumda Osmanlı İmparatorluğu VVİlson ilkeleri ışığı altında bir ateşkesi imzalamaya hazır olduğunu bildirdi.
30 Ekim 1918 günü Osmanlı Devleti Rauf Bey önderliğindeki heyet ile anlaşma devletleri arasında Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandı. Anlaşma devletleri adına eteşkesi İngiliz Amirali Calthrope imzalamıştır.
Egemenlik Haklarını Sınırlayan Hükümler
Osmanlı Devleti'nin egemenlik haklarını sınırlayan hükümler:
• Boğazlar derhal açılacak ve orada bulunan müstahkem mevkiler işgal edilecek (1. madde).
• Anlaşma devletleri güvenliklerini tehdit eden bir duruma düşerlerse Osmanlı ülkesinin diledikleri stratejik noktasını işgal edebilecekler (7. madde).
• Doğu Anadolu'da bulunan altı ilde karışıklıklar çıkarsa Anlaşma devletlerinin ayrıca o bölgeleri de işgal etmeye haklan vardı (24. madde).
• Ülkedeki bütün haberleşme Anlaşma devletlerinin denetimi altına alınacak (12. madde).
Askerî Hükümler:
• Asayişi sağlamak için gereken bir miktar asker dışında Osmanlı orduları terhis edilecek; bütün savaş gemilerine, cephaneye, toplara ve diğer silahlara el konulacak;
• Osmanlıların elinde bulunan bütün savaş tutsakları, Osmanlı yurttaşı olup da ayaklandıkları için tutuklanan Ermeniler de dahil olmak üzere, serbest bırakılacak.
• Brest-Litovsk Barışından sonra İran ve Kafkasya'ya giren Osmanlı birlikleri derhal geriye çekilip dağıtılacak, Anadolu dışında bulunan Osmanlı birlikleri ise bölgelerindeki Anlaşma devletleri komutan- , larına teslim olacaktırdır.
Ekonomik Hükümler:
• Ülkenin bütün limanlarından Anlaşma devletleri yararlanacaklar.
• Kömür ve petrol yatakları ve benzeri önemli kaynaklar Anlaşma devletlerinin ihtiyaçlarına tahsis edilecek.
• Demiryolları da anlaşma devletlerinin denetimi altına girecekti.
MONDROS ATEŞKES ANLAŞMASI VE YUNANİSTAN
Yunanlıların Osmanlı toprakları üzerindeki genişleme isteklerini çok iyi bilen Rauf Bey, ateşkes gereği uygulanacak işgal eylemlerine Yunanlıların karış tırılmamasını ileri sürmüştür.
Rauf Bey işgal eylemlerine Yunanlıların katılmamasını anlaşma metnine de koydurmak istemiş, ama bunu başaramıştır. Fakat ısrarı üzerine Amiral Carthorpe, Rauf Bey'e kendi imzasını taşıyan özel bir mektup verdi.
Bu mektupla Anlaşma Devletleri temsilcisi Amiral, boğazlara sadece ingiliz ve Fransız askerlerinin gireceğini, isanbul ile izmir'e Yunan gemilerinin sokulmayacağını yükümlenir bir biçimde hükümetine bildireceğini belirtiyordu.
İŞGALLER
İngiliz-Fransız-İtalyan İşgalleri:
İngilizler Ortadoğu'yu, yanlarına Fransızları alarak işgal ettiler. Fransızlar ayrıca Dörtyol, Mersin, A-dana'yı
ingilizler; Antep, Maraş, Bilecik, Urfa, Kars'ı,
italyanlar; Antalya, Kuşadası, Fethiye, Bodrum, Milas'ı,
Ermeniler ise Doğu .Anadolu'dan bir pay almak amacıyla bir takım yerleri işgal ettiler.
Yunan İşgalleri:
Doğu Trakya'yı gözlerine kestiren Yunanlılar iki gerekçe ileri sürüyorlardı. Bunlardan ilki, Doğu TraK-ya'da nüfus olarak Rumların nüfusu bazı kasabalarda Türklere oranla daha fazlaydı.
Diğer gerekçe ise, Yunan uygarlığının Batı Anadolu'da kurulup gelişmesi .idi. Paris Antlaşmasında itlayanlara daha önceden verilmesi kararlaştırılan bir takım yerler, Yunanlılara devrediliyordu. Bunun üzerine Yunanlılar 15 Mayıs 1919'da İzmir'i işgal ettiler.
PARİS BARIŞ KONFERANSI (18 Ocak 1919):
Konferansa toplam 32 devlet katılmıştır. Amacı l. Dünya Savaşı sonrasında imzalanacak barış antlaşmalarının esaslarını belirlemektir.
Konferans önce Cemiyet-i Akvam'ın kurulmasını kabul ederek, çalışmalarına başlamıştır. Bu arada sömürgecilik faliyetlerinde Amerika'yı karşılarına almak istemeyen ingiltere ve Fransa "manda" yönetimi tezini ortaya atmışlarır.
Osmanlı Devleti'nin paylaşımında Yunanistan'ın devreye girmesi itilaf Devletleri arasındaki anlaşmazlıkların su yüzüne çıkmasında etkili olmuş, italya konferansı terk etmiştir. Burada alınan kararlara göre;
1. Doğu Trakya ile İzmir ve çevresi Yunanistan'a,
2. Doğu Anadolu-Rusya'nın boşalttığı yerler Ermenistan'a,
3. Boğazlar İtilaf Devletlerince oluşturulacak ortak bir komisyona bırakılıyordu.
İŞGALLERE KARŞI İLK TEPKİLER
Azınlıkların Tepkileri
Rumlar:
1. Mavri-mira
2. Etnik-i Eterya
3. Pontus Rum
Ermeniler:
1. Zaven Efendi Derneği
2. Taşnaksutyun Partisi
3. Hınçaksutyun Partisi
4. Ermeni intikam Alayı
Yahudiler:
Yahudiler Osmanlı yönetiminden memnun olan tek azınlıktı. Ticari amaçlı dernekler kurdular.
Araplar:
Mekke Şerifi Hüseyin ve oğullarım etkisiyle Osmanlı yönetimine karşı ayaklandılar.
Azınlıkların Kurduğu Derneklerin Özellikleri:
1. Mondrosla ortaya çıkan durumdan yararlanmışlardır.
2. İtilaf devletlerinden destek almışlardır.
3. Anadolu'nun işgalini kolaylaştırmaya çalışmışlardır.
4. VVİlson ilkelerine göre milli devletlerini kurmak istemişlerdir.
5. Milli birlik ve bütünlüğü bozmaya yöneliktirler.
Türk ve Müslümanların Kurdukları Zararlı Cemiyetler:
• Sulh ve Selamet-i Osmaniye Fırkası
• Kürdistan Teali Cemiyeti
• islâm Teali Cemiyeti
• ingiliz Muhipleri Cemiyeti
• VVilson Prensipleri Cemiyeti
• Hürriyet ve itilaf Fırkası
Özelikleri:
1- Saltanat ve hilafetçidirler.
2- Milliyetçiliğe karşı ümmetçidirler.
3- Büyük devletlerin desteğini almışlardır.
4- Manda ve himaye taraftarıdırlar.
5- Milli birlik ve bütünlüğü bozucudurlar.
Türkler'in Kurduğu Yararlı Cemiyetler:
• Trakya Paşaeli
• izmir Müdafaa-i Hukuk
• Reddi İlhak
• Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk
• Kilikyalılar
• Milli Kongre
Özellikleri:
1- Mondros'a tepki olarak kurulmuşlardır.
2- Azınlıkların taşkınlıklarına önlemeye yöneliktir.
3- Bölgesel olarak çalışmışlardır.
4- Kurulmalarında Türklük duygusu etkilidir.
5- Vatanın bütününe yönelik bir programa sahip değillerdir.
6- Basın-yayın yoluyla çalışıp, silâhlı direnişi öngörmezler.
uNİTE - 5 M.KEMAL PAŞA'NIN OLAYLARI DEĞERLENDİRMESİ VE TUTUMU
Atatürk'ün Trablusgarp'taki çalışmalarından söz ederken onu "M. Kemal Bey"; generalliğe yükseldikten sonra "M. Kemal Paşa", Sakarya Savaşı'nın bitiminden itibaren "Gazi M. Kemal Paşa" olarak nitelememiz uygun olacaktır.
Devrimlerden söz edilirken ise onu Atatürk adı ile anmamız gerekecektir. M. Kemal, bir asker olarak siyasetin dışında kalmak gereğini özellikle Balkan Savaşları'ndaki yenilgilerden sonra kesin olarak anlamıştı.
I. DÜNYA SAVAŞI'NDA MUSTAFA KEMAL PAŞA
Enver Paşa'nın davranışlarını hiç onaylamayan M. Kemal Bey, Balkan savaşlarından sonra Sofya'ya Askerî Ateşe olarak atanmıştı ve rütbesi binbaşı idi.
Rütbesi 1 Mart 1914'te yarbaylığa yükseltilen M. Kemal Bey, l. Dünya Savaşı çıktığında Sofya'da görevini sürdürüyordu.
Yarbay M. Kemal Bey, 25 Nisan 1915'te Arıburnu'na asker çıkaran Anlaşma Devletleri Birliklerini durdurdu. M. Kemal Bey bu başarısı sonucu 1 Haziran 1915'te albaylığa yükseltildi ve Anafartalar Grubu Komutanlığına atandı.
10 Ağustos 1915'te düşmanı tekrar geriye püskürterek Çanakkale Cephesinin kapanmasını sağladı. 14 Ocak 1916'da Edirne'de 16. Ordu Komutanlığına getirildi.
1 Nisan 1916'da Tuğgeneralliğe yükseltildi ve Doğu Cephesinde görev aldı. 6/7 Ağustos 1916'da Bitlis ve Muş'u Ruslar'ın elinden kurtaran M. Kemal Paşa, 18 Mart 1917'de 2. Ordu, 5 Temmuz 1917'de ise 7. Ordu Komutanlığına atandı.
7. Ordu Komutanı olarak M. Kemal Paşa savaşı sürdürmenin anlamsız olduğunu belirten raporunu Enver Paşa'ya göndererek komutanlıktan ayrılıp aynı yılın ekim ayında İstanbul'a döndü.
Daha sonra Filistin'de bulunan 7. Ordu Komutanlığına atanan M. Kemal, İngilizler'i Halep yakınlarında, bugünkü Suriye sınırımızda durdurdu.
Bu sırada Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanmıştı. 31 E-kim 1918'de ise M. Kemal Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına atandı.
Bu görevi sırasında bulunduğu bölgenin ateşkes anlaşması hükümlerine aykırı olarak işgaline karşı çıktı. Bu nedenle görevinden alınarak, 13 Kasım 1918'de İstanbul'a geldi.
MUSTAFA KEMAL PAŞA'NIN İSTANBUL'DAKİ ÇALIŞMALARI
Osmanlı Hükümeti'nin Durumu:
Mondros Ateşkes Antlaşması'nı Ahmet İzzet Paşa hükümeti imzalamıştı, ingilizler'e boyun eğmek Paşa'nın siyasetine uymadığı için padişahın güvenini de yitirmişti.
Onun yerine getirilen Tevfik Paşa da bir süre sonra padişahla uyum sağlayamadı ve 3 Mart 1919'da görevi bıraktı. Yerine İngiliz yanlısı Damat Ferit getirildi.
M. Kemal Paşa, savaşa girilmemesi yandaşıydı. Bu nedenle ittihatçı kadro ile ters düşmüştür. M. Kemal'in asıl amacı Anadolu'ya geçmekti.
MUSTAFA KEMAL PAŞA'NIN SAMSUN'A ÇIKIŞI
Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a Çıkmasını Hazırlayan Olaylar:
Doğu Anadolu topraklarında Ermeni tehditleri do-layısıyle büyük çalkalanmalar vardı, ingilizler bu bölgenin, özellikle Doğu Karadeniz'de asayişin sağlanmasını Osmanlı Hükümeti'nden istediler.
30 Nisan 1919 günü M. Kemal 9. Ordu Komutanlığına atanarak, bu göreve getirilmişti. M. Kemal'in burada yerine getireceği görevler; bölgede huzuru sağlamak, cephanenin koruma altına alınması, Türklerin kurduğu direnme örgütlerinin ortadan kaldırılmasıydı.
19 MAYIS 1919'A KADAR YURTTAKİ DİRENİŞ HAREKETLERİ
5 Kasım 1918'de Kars'ta, "Kars İslam Şurası" toplanarak Doğu Anadolu'dki Ermeni tehdidine karşı örgütlenme hareketi başlamıştır. Hemen ardından Edirne'de, Trakya-Paşaeli Müdafaa Heyet-i Osmani-yesi oluşturulmuştur.
Aralık ayında ise ünlü Müda-faa-i Hukuk derneklerinin ilki İstanbul'da Doğu bölgeleri için kurulmuştur. Bu dernek, "Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-i Milliye Cemiyeti" adıyla kurulmuştur.
Ayrıca İzmir'de, "izmir Müdafaa-i Hukuk-i milliye" derneği kurulmuş ve ardından 17-19 Mart 1919 tarihleri arasında "Büyük İzmir Kongresi" toplanmıştır. Bu kongrede "Redd-i İlhak" (İzmir'in Yunanistan'a katılmasının reddi) düşüncesi geliştirilmiştir.
Kurtuluş Savaşı'nın ilk cephesinin 1918 yılı A-ralık ayı sonunda Mersin-Tarsus-Osmanîye yöresinde açılmıştır.
İzmir'in işgalinden sonra da Ege Bölgesi'nin bazı noktalarına asker çıkaran Yunan birliklerine karşı, halk tarafından oluşturulan çetelerle Ayvalık'ta düşmana karşı ilk savunma denemeleri yapılmıştır.
MUSTAFA KEMAL PAŞA'NIN İLK ÇALIŞMALARI
Samsun'daki Çalışmalar.İngilizler bu dönemde Samsun'a birlikler göndermişlerdi. M. Kemal Paşa, 25 Mayıs'a kadar Samsun'da bulunmuştur.
O gün ingilizler'in yanından uzaklaşmak zamanın geldiğini anlayarak, "Ülkenin işlerine gidip asayiş durumunu yerinde görmek" gerekçesiyle Havza'ya geldi.
Havza'daki Çalışmalar:
Mustafa Kemal'in Hav-za'daki çalışmaları iki ana kesimde toplanmaktadır. Askeri alanda aldığı önlemler ve yurtta direniş azmini yaygınlaştırmak için verdiği buyruklar.
M. Kemal, bütün ulusa seslenen çağrılarda bulunmuştur, izmir'in işgali ile özellikle 20 Mayıs tarihinden itibaren yurdun hemen her yerinde miting ve toplantılara ara verilmeden devam edilmesini istemiştir.
Bu konuda bağlı bulunduğu Harbiye Nezareti'ne 3 Haziran'da çektiği telgrafta şöyle diyordu: "...İzmir yöresinde görülen olayların ve benzerlerinin başgöstermesine karşı ne ulusun coşkusunu ve vicdan sızlamalarını, ne de bundan ulusal gösterileri engelleyip durdurmak için kendimde ve hiç kimsede hiçbir güç göremeyeceğim gibi, bu yüzden ortaya çıkacak olayların karşısında da sorumluluk gösterecek ne komutan ne de sivil yönetici gösterilebilir."
Osmanlı Devleti sınırları içinde tek derli-toplu askeri güç olarak sadece 15. Kolordu kalmıştı. İşte, Mustafa Kemal Paşa, karagahı Erzurum'da bulunan-bu kolordunun merkezinde çalışmalarını daha güvenli ve sağlıklı biçimde sürdürebilirdi.
Bu nedenle Paşa 13 Haziran'da Havza'dan ayrıldı. Ama Erzurum'a varıncaya kadar yolda çok önemli, ilginç ve yoğun çalışmalar yaparak düşüncelerini gerçekleştirmenin ilk temel taşlarını koymuştur.
AMASYA TAMİMİ
M.Kemal Paşa'nın Amaya'ya Gelmesi ve Genel Durum:
Bu dönemde Batı Anadolu'daki Yunan işgalleri devam ediyordu. Özellikle halkın direnişi ile karşılaşıyordu. Ayrıca Güneydoğu Anadolu'daki yiğit halkın oluşturduğu milis güçleri Fransızlar'! zor durumda bırakmışlardır, işte bu direniş birliklerinin toptan adına "Kuva-yı Milliye" denilir.
Amasya'da, düzenli orduya geçişin ilk adımı olarak ulusal bilincin doğması ve başlatılan kurtuluş hareketinin ulusa maledilmesi konusunda kesin karara varılacaktır.
Amasya Tamimi'nin Hazırlanışı ve Duyurulması (22 Haziran 1919):
M. Kemal Paşa ilk adım olarak, birbirinden habersiz çalışan Kuva-yı Milliye birliklerini ve diğer direniş örgütlerini tek çatı altında toplamak gerektiğini düşünüyordu.
Amasya Tamimi özetle şöyle diyordu: "Vatanın bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığı tehlikededir, istanbul hükümeti sorumluluğunun gereklerini yerine getirmiyor.
Bu tutumu ise ulusumuzu yok olmuş tanıtıyor. Ulusun bağımsızlığını gene ulusun azim ve kararı kurtaracaktır. Ulusun bu işi yapabilmesi ve haklı sesini dünyaya duyurabilmesi için her türlü etkiden uzak ulusal bir kurul oluşmalıdır.
Bu kurul Sivas'ta toplanacaktır. Her bölgeden ulusun güvenine sahip üçer temsilci gizlice Sivas'a gönderilecektir. Bu, ulusal bir sır gibi saklanacaktır.
Ayrıca, istanbul hükümeti ulusal derneklerin talgraflarını çektirmeme kararı almıştır. Bu kararlar dinlenmeyecek ve komutanlar birliklerini terhis etmeyeceklerdir."
Amasya Tamimi'nin Niteliği:
M. Kemal, bu belge ile İstanbul Hükümeti'nun buyruğundan çıkmış ve ulusal kurtuluş Savaşı'nın başlaması kararını almıştır.
Bu belgede üç önemli öğe bulunmaktadır:
1- Vatanın parçalanması ve bağımsızlığının ortadan kalkması tehlikesi karşısında Osmanlı Hükümeti hiçbir girişimde bulunamıyor; üzerine düşen sorumluluğun gereğini yerine getiremiyor. Öyle ise bu hükümetin kararları da geçersizdir.
2- Bundan dolayı artık ulus, Kurtuluş kararını kendisi vermelidir.
3- Bunu sağlamak için de bütün ulusu temsil e-den kişilerden oluşan bir kurul toplanıp gereken kararları almalıdır.
Burada belirtilecek en önemli hüküm "Milletin istikbalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır" maddesidir.
Bu cümle bize, ulus egemenliğine gidiş yolunun açıldığını gösteriyor. Ayrıca bu genelge ile M. Kemal Paşa ulus egemenliğine dayalı yeni bir devlet kurmanın temel taşını atmıştır. Bu bakımdan hemen hemen bütün devrim tarihçileri bu belgeyi bir ihtilal bildirisi olarak kabul eder.
İstanbul Hükümeti, Tamimi olumsuz karşılamıştır. Gerek İngilizler, gerek bazı devlet adamları M. Kemal Paşa'nın ayaklandığını açıkça söylemeye başlamıştır.
Hükümetle ortak amacı taşıyan bazı İstanbul gazetelerinde M. KemaJ Paşa ve arkadaşları hakkında hakaret dolu yazılar yayınlanmaya başlandı.
Sonuçta, Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) M. Kemal Paşa'nın görevden alındığını bildirdi. Son ana kadar yetkilerinden yararlanmak isteyen M. Kemal Paşa kendisine bu görevin İçişleri Bakanlığı tarafından değil, Savunma Bakanlığfndan ve Padişah onayı ile verildiğini söyleyerek, 9. Ordu Komutanlığı makamında elinden geldiğinde kalmak yolunu tutmuş ve Bakanın buyruğuna UYMAMIŞTIR
ÜNİTE - 6 KONGRELER YOLU İLE ÖRGÜTLENME VE KUVAYI MİLLİYE
ERZURUM KONGRESİ'NE KADAR GELİŞİM
Samsun'a çıktıktan kısa bir süre sonra Amasya'ya geçerek tarihsel tamimi yayınlayan Mustafa Kemal Paşa, "Kongre yolu ile örgütlenmenin" de öncülüğünü yapmaktadır.
Amasya Tamimi'nin duyurulmasına kadar yurtta 8 kongre toplanmıştı. Bunlardan biri dışında diğerleri yöresel ve bölgesel nitelikte idi. ulusal nitelikli olan "Milli Kongre" ise 29 Kasım 1918'de Ateşkes Anlaşmasının imzasından hemen sonra İstanbul'da toplanmıştı.
Kongre yurdun savunulası için bütün ulusal güçlerin toparlanması, Osmanlı Devleti'nin savaştan sonra kurulan ve yenenlerin üstünlüğü altında çalışan Uluslar Kurumu'na alınmasının sağlanması, yurt dışına kurullar gönderilerek Türklerin uğradığı haksızlıkların anlatılması gibi amaçlan gerçekleştirmek istiyordu.
Bütün iyi niyetli çabalara rağmen Milli Kong-re'nin ömrü az oldu. Yapmak istediği çalışmaların da büyük bir bölümünü gerçekleştiremedi. Bunun nedeni ise kongrenin başkent istanbul'da toplanmasından kaynaklanmaktadır.
ERZURUM KONGRESİ
Ermenistan'a verilmesi kesinleşmiş olan Doğu Anadolu'da halk büyük bir huzursuzluk içindeydi. Doğu Anadolu halkı kendi içinde örgütlenme yolunda önemli mesafeler almıştı, istanbul'da kurulan "Vilâyet-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-i milliye" cemiyeti etkinliğini Doğu Anadolu'ya kaydırmıştı.
13 Nisan 1919'da ingilizler Kars'taki ulusal direnişi basıp dağıttılar ve kenti Ermeniler'e teslim ettiler. Bütün bu olaylar Doğu Anadolu'nun en önemli merkezi olan Erzurum'da büyük bir endişe yarattı.
Erzurum'un da Ermeniler'e verileceği konusunda ciddi söylentiler çıktı. 15. Koloordu'nun komutasını üzerine alan Kazım Karabekir Paşa bir yandan Mustafa KemalTn isteği doğrultusunda çalışmalar yaparken, bir yandan da Erzurum'da ateşkes hükümlerinin yerine getirilip getirilmediğini denetleyen İngiliz subayı Rawlin-son'u oyalıyordu.
Mustafa Kemal resmi görev bölgesi Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu olduğu için oraya da gitmek-zorunda idi. Bu vesile ile, bütün Doğu Anadolu illerinin temsilcilerinden oluşacak büyük bir kongreye katılmaya karar verdi.
Bu kongre dört açıdan son derece yararlı olabilirdi.
- Erzurum'daki 15. Kolordu'nun yurttaki tek derli toplu askeri güç olduğu için, bütün yurda örnek olaak bir örgütlenme modeli kurulabilirdi.
- Erzurum ile birlikte önemli bazı Doğu illeri henüz işgal edilmemişti. Bu bakımdan kongre güven içinde yapılabilirdi.
- Kongre sonucu oluşacak örgüt 15. Kolor-du'ya savunma için önemli maddi yardımlar sağlayabilirdi.
- Erzurum Kongresi'nin başarısı, Sivas'taki büyük kongreye bir moral aşısı olabilirdi. Ayrıca, Doğuda kurulacak örgütün üyeleri de kendi bölgelerini Sivas'ta başarıyla temsil e-debilirlerdi.
Mustafa Kemal Paşa Amasya'dan ayrılıp Erzurum'a giderken bir yandan esas büyük kongrenin yani Sivas Kongresi'nin hazırlıkları ile ilgilenmiş, bir yandan da istanbul hükümetinin hakkında aldığı kararları göğüslemek için çalışmıştır.
Yolda Elazığ Valiliğine atanan ve kendisini tutuklamak için hükümetten emir alan Ali Galip'in bir komplosu ile karşılaştı ise de Sivas Valisi Reşit Paşa'nın yansın kalmasıyla bu tehlikeyi atlattı.
Mustafa Kemal Paşa 7-8 Temmuz gecesi Erzurum'da telgraf başına çağrıldı. Doğrudan doğruya Saray'dan aranıyordu.
Saray O'nun İstanbul'a dönmesini son kez istedi. Paşa bu isteği rededince, görevine son verildiği cevabı geldi. Paşa da ardarda hem Saray'a hem de Harbiye Nezaretine istifasını bildirdi; ama bu sadece kendisine verilen görevden ayrılma değildi. Askerlikten de istifa etmişti.
ERZURUM KONGRESİ'NİN ÇALIŞMALARI VE ALINAN KARARLAR
Kongre açılınca Mustafa Kemal Paşa oybirliği ile başkanlığa seçildi. O gün yaptığı konuşmada Paşa, gerçek amacını sezdirdi; bir ulusal kurulun oluşturulmasından söz etti ve gücünü ulusal iradeden, yani ulusun öz isteğinden alan sorumlu bir hükümetin ise ancak Anadolu'da kurulup çalışabileceğini belirtti.
Mustafa Kemal Paşa konuşmasıyla, bölgesel niteliği olan Erzurum Kongresi'ne ulusal bir nitelik vermek istemiştir.
Kongrede beliren görüşlerin özeti şudur: Yurdun bütünlüğünü sağlamak için ulusal iradenin belirlemesi gerektir. Bu ulusal iradenin ve onun çevresinde toplanan ulusal güçlerin varlığı "Padişahlık ve Halifelik" makamını kurtaracaktır.
Bir yandan ulusal iradeye en üstün yer tanımak, diğer yandan bu "en üstün" irade ile Osmanlı Devleti'nin temel dayanığı olan Padişah ve Halifenin kurtarılması bir çelişkidir.
Ulus iradesi kavramını "ulusa" benimsetmek için bir geçiş dönemine ihtiyaç vardı. Bu dönemde her iki kavramı bir arada kullanmak, eskisine dokunmamak; ama yenisini de tanıtmak gerekiyordu.
İKİNCİ BALIKESİR KONGRESİ
26-30 Temmuz tarihleri arasında Balıkesir'de ikinci bir kongre toplamışlardı. Bu kongrede yerel nitelikte olmakla birlikte, temsilcileri daha genel kapsamlı istekler ileri sürüp, atılacak adımların bütün işgal bölgelerini de kurtarmaya özendirmesi yolunda ulusal bazı dileklerde bulunmuşlardı.
Ama çok tehlikeli bir durum olan Yunan ilerleyişi nedeniyle kongrenin yerel niteliği daha ağırbasmış görülüyor. Kongreye katılanlar bütün güçlerini birleştirmeyi, Yunanlılara karşı savaşmak için asker toplamayı ve gereken diğer bütün önlemleri almayı kararlaştırmışlardır.
Bu arada bütün kongrelerde olduğu gibi, burada da padişaha bağlılık telgrafı çekilmesi ihmal edilmemiştir.
BİRİNCİ NAZİLLİ KONGRESİ
Kuvay-ı Milliye birlikleri arasında uyum sağla
Bunların içinde en önemlilerinden biri, XI. yüzyılda kurulan Selçuklu Devleti'dir. Selçuklular, 1057 yılında Abbasi halifesini Şiilerin elinden kurtardılar.
Böylece İslam dünyasının siyasal egemeni oldular. Anadolu'yu da Türk yurdu yapan Selçuklular Türk ve islam kültürü üzerinde yükselen yepyeni bir uygurlık kurdular.
Ancak 13. yüzyılda Moğol istilasından sonra yıkılan Anadolu uzun bir süre belini doğrultamadı. Devlet ufak Türk beyliklerine bölündü.
Bunların en küçüğe ve en batıda olanı, komşusu Bizans'ın giderek güçsüzleşmesinden yararlanarak sınırlarını Batıya doğru genişletti. 15. yüzyıl ortasında istanbul fethedildi. Osmanlı Devleti tam bir imparatorluk haline geldi.
OSMANLI TOPLUM VE DEVLET DÜZENİ
Osmanlıların toplumsal düzeni ve devlet yapısı Anadolu Selçukluları modeHne göre işliyordu, devlet güçlenip ilk önce Rumeli'de sonra da Anadolu'da tam bir egemenlik kurunca, toplum yapısında bazı değişiklikler başladı.
Doğrudan doğruya dinsel kural-lara:dayanan güçlü bir imparatorluk oluştu.Ayrıca Türkler Orta Asya'dan beri edindikleri egemenlik anlayışı ile islamiyetle gelen esasları birleştirmişlerdi.
Osmanlı devletinde de durum böyleydi. Aile içinde, gene eski Türk geleneklerine uygun o-larak bütün erkekler egemenlik hakkıyla donatılmışlardı.
Bu durumda en güçlü olan ve devlet büyüklerinin desteğini alan şehzade padişah oluyordu. Egemenlik aile üyeleri arasında paylaştırılınca devlet çökme tehlikesiyle karşılaşıyordu.
Böylece Yıldırım Bayezıt (1359-1402) döneminden itibaren tahta geçen şehzade kendisine rakip olarak gördüğü erkek kardeşlerini öldürmeye başladı.
Fatih Sultan Mehmet (1451-1481) bu yöntemi bir saltanat yasası durumuna getirdi. 17. yüzyılda bu saltanat yasası da yavaş yavaş değişti. Osmanlı ailesinden en yaşlı erkek üye padişah oldu. Bu yöntem Osmanlı devleti sona erinceye kadar sürdü.
Osmanlı Devleti'nde padişahın yetkileri mutlak olduğu için her iş onun kişiliğine bağlıydı.
Padişah bütün devlet işlerini tek başına göremeyeceği için kendisine bir vekil atardı. Bu vekile "Ve-zir-i âzam" veya "Sadrazam" denilirdi.
Ülkeyi padişah adına yönettiği halde bu en yetkili görevlinin bile can ve mal güvencesi yoktu. Başta vekili olmak üzere devlet görevlilerinin hepsi padişahın kulu sayılırdı.
Sadece din bilginleri bu katı kuralın dışında idiler. "Ulema" denilen bu din bilginleri devlet içinde gittikçe ayrıcalıklı bir konuma erişti.
ORTAÇAĞ VE YAKINÇAĞ'DA OSMANLI DEVLETİ'NİN EKONOMİK DÜZENİ
Osmanlı Devleti büyük bir tarım ülkesiydi. Osmanlı Devleti'nde toprak padişahın yanı devletin malı sayılırdı. Ancak devlet toprağı doğrudan doğruya işleyemezd1. Bir memurunu (sipahi) toprağı yönetmekle görevlendirirdi.
Sipahi toprak üzerindeki köylülere iyi davranmak zorundaydı Köylünün yapacağı iş, ürünü aldıktan sonra bunun belli bir bölümünü veri olarak sipahiye vermekti.
Ürünün geriye kalanı onun olurdu. Bu yolla devlet devlet memuru olan sipahisine bir para ödemekten de kurtulurdu. Sipahi de vergilerin bir bölümüyle geçinirken, artanı ile de asker yetiştirirdi.
OSMANLI TOPLUM DÜZENİ
Osmanlı Devleti'nde yaşayan yurttaşlar "Müslümanlar ve Müslüman olmayanlar (gayrimüslimler)" biçiminde iki ana gruba ayrılırdı.
Devlet "Ehl-i Kitap" olan yani tek tanrıya inanan dinlere mensup olanlara, devlete itaat etmeleri durumunda büyük özgürlükler ve güvenceler sağlamıştı. Bu yurttaşlar inançlarının bütün gereklerini rahatça ve devlet güvencesi altında yerine getirirlerdi.
Ne özel ne de ekonomik yaşamlarına karışılırdı. Yalnız erkek gayrimüslimler "cizye" adında bir vergi öder, bundan başka devlet yönetiminde görev alamazlardı.
OSMANLI DEVLETİ'NİN GERİLEME NEDENLERİ
Osmanlı devleti 17. yüzyıl ortalarında bir durgunluk içine girdi, ilk önce yavaş yavaş sonra da hızla gerilemeye ve bir çökme süreci içine girmeye başladı.
Osmanlı Devleti konumu bakımından açık denizlere çıkacak durumda değildi. Bu nedenle büyük coğrafya keşiflerine katılıp denizaşırı ülkelere yerleşememişti.
Oysa bu keşifler Avrupa'nın durgun ekonomik ve siyasal yapısını değiştirmişti. Özellikle Batı Avrupa yüzünü tamamen açık denizlere çevirdi. Böylece Uzakdoğu ülkeleriyle, Anadolu ve Rusya üzerinden yapılan ticaret çöktü.
Diğer yandan Osmanlı tarım ürünleri de Batıdaki pazarlarını yitirdi. Çünkü denizaşırı ülkelerden daha bol ve ucuz mal sağlanıyordu.
Avrupa'daki bu uyanış düşünce, bilim ve dinde reform konularında da büyük patlamalar getirdi. Eğitim işini tamamen ihmal etmiş Osmanlılar için bu gelişmelerin içine girmek mümkün değildi.
Böylece ekonomik gerilemenin yanına eğitim ve bilim alanındaki yetersizlikler eklendi. Ayrıca 17. yüzyılda Rusya'nın Osmanlı Devleti üzerinden sıcak denizlere açılmak istemesi, diğer taraftan iran ile mezhep çekişmelerinin sürmesi Osmanlı devletini durmadan savaşan bir makine haline getirmişti.
Köylünün durumu dikkate alınmadan gelirleri artırmak yoluna gidilmesi toprak düzenini bozdu. Eskiden kalan sağlam bazı kurumlarıyla ve batıda uyandırdığı korku dolayısı ile Osmanlılar 18. yüzyılın sonuna kadar dayandılar.
Fransız ihtilalinin patlak vermesi gerilemeyi bir çöküş durumuna getirdi.Fransız ihtilalinin getirdiği ulusçuluk akımı tam bir felaket idi. ilk önce Sırplar 1812'de özerk oldular.
Ardından 1829'da Yunanistan'ın bağımsızlığını tanımak zorunda kalındı. Osmanlı devlet adamları bu kötü gidişi durdurmak için birtakım reform hareketine girdiler.
OSMANLI DEVLETİ'NDE ISLAHAT HAREKETLERİ
Osmanlı Devleti'nde geleneksel bazı alışkanlıkları kırarak yeniliklere yönelme düşüncesinin ilk denemesi 1727 yılında kitap basım tekniğinin Türklerce de uygulanmasıdır.
Ama asıl reform çağı, Osmanlı Devleti'nde büyük hükümdar III. Selim ile başladı (1789-1807). Arada bir bazı ufak kesintilere rağmen ıslahat çabaları çeşitli alanlarda, devlet sona erinceye kadar sürmüştür.
Osmanlı dönemindeki reformların temel amacı "devlet"! kurtarmaktı. Birey, yani insan, ikinci, hatta üçüncü plana itilmişti.
Hedef o "devlet"in parçalanmaktan kurtulması, tekrar eski gücüne hiç olmazsa yaklaşmasını sağlamaktı. Bütün çabalar bu yöne doğru yönelmiştir.
Bu çabalar:
• Osmanlı ordularının Batı karşısında sürekli yenilmesinden dolayı ilk büyük reformlar "orduyu" düzeltmek isteğini gerçekleştirme yolunda başladı.
• Ülkenin en verimli ve zengin yerlerinde yaşayan gayrimüslim yurttaşlar ulusçuluk akımının da etkisiyle bağımsızlık için ayaklanmışlardı. 19. yüzyıl boyunca gerçekleştirilen hukuk reformlarının ilk a-macı bu yurttaşları tekrar "devlete" kazandırmayı amaçlıyordu.
• Yapılan reformların "İslâmiyetle bağdaşıp bağdaşmadığı" en önemli çekişme noktasıydı. Hem din esasları içinde kalınacak, hem de çağdaşlaşılacaktı. Bu nedenle bazı aydınlar körü körüne bir Batı taklitçiliği içine girerken bazı aydınlar da buna tepki olarak geleneksel islam içinde kalmanın tek çıkar yol olduğuna inanmıştı.
III. SELİM VE II. MAHMUT DÖNEMİ
III. Selim, devletteki bozuklukları iyi teşhis etmişti. Ulaşmak istediği düzene "Nizam-ı Cedit: Yeni Düzen" adını vermişti.
Ama onun bu düşüncelerini gerekleştirebilecek bir kadro yoktu çevresinde. Birkaç iyi niyetli aydınla bazı yeniliklere girişti. Oldukça modern ve girdiği savaşlarda başarı gösteren bir ordu kurdu; diplomatik temsilciliklerimizi ilk kez o açtı.
Ancak III. Selim eski düzen yandaşlarınca bir ayaklanma sonucu devrildi. Yerine getirilen kardeşi IV. Mustafa tarafından öldürüldü (1808).
Bazı ileri görüşlü kişilerin yardımıyla bu padişah da devrildi. Tahta II. Mahmut çıkarıldı. Bu işi yapan bir Ayandı (Alemdar Mustafa Paşa).
II. Mahmut, amcası III. Selim'in hedeflerini kavramış ve onların gerçekleştirilmesi için neler yapılması üzerinde sağlam düşünceler üretmişti.
İlk önce ona engel olmak isteyenleri ortadan kaldırmak gerekliydi. Önce Ayanların siyasal güçlerini yok etti. 1826 tarihinde ( vaka-i hayyriye ) yeniçeri ocağını kaldırdı.
Ardından 16. yüzyıldan beri değişmeyen, merkez örgütüne yeni bir biçim verdi. II. Mahmut memurları bugünküne benzer statüye kavuşturdu.
Onların "Kul" olarak görülmelerini ortadan kaldırdı. Canlarını ve mallarını, hazırladığı bir yasa ile güvence altına aldı. Onlara düzenli aylıklar bağladı:
TANZİMAT DÖNEMİNİN AÇILMASI
II. Mahmut'un ölümünden sonra başa geçen oğlu Abdülmecid'in (1839-1861) çıkardığı iki büyük ferman İslam tarihinde çok önemli yenilikler içerir.
3 Kasım 1839 günü ilan edilen "Tanzimat Fermanı" ile devletin içine düştüğü durumdan kurtulmanın ilk çaresi olarak yurttaş ile devlet arasındaki ilişkiyi tekrar sağlamlaştırmak olduğu belirtiliyor.
Bu nedenle iyice yozlaşmış adalet işleri bir düzene kavuşturulacaktır. İlk kez bütün yurttaşlara yaygın bir ceza yasası yapılacaktır.
En önemlisi, yüzlerce yıl ölüm cezası verme hakkını bile elinde tutan padişah, hiçbir halk hareketi, ihtilal vb. olmadan kendi isteği ile bu yetkisinden vazgeçmektedir.
Hukuk devletinin bütün insanlara can güvencesi vermesidir. Bu da ancak yasaya uygun davranmak, adil bir biçimde yargılanmak ile sağlanır. İşte Tanzimat Fermanı ile bütün Osmanlı yurttaşlarına hukuk devletinin bu ilk ve belki en önemli ilkesi tanınmış oluyordu.
Abdülmecid 28 Şubat 1856 tarihinde, Kırım Savaşında ingiliz ve Fransız devletlerini yanına çekebilmek için ikinci reformu "Islahat Fermanı" adıyla i-lan etti. Müslüman olan ve olmayan yurttaşlar a-rasında yasalar karşısında tam eşitlik sağlandı.
Tanzimat döneminde devlet adamları şeriatın düzenlemediği konularda Batıdan yasalar aldılar. Böylece hukuk iki başlı duruma geldi.
Yeni orta öğretim kurumları ile yüksek okullar açıldı. Ama doğrudan doğruya din eğitimi veren medreselere dokunulmadı. Böylece eğitim alanında çift başlı bir alan oluştu.
MEŞRUTİYET DÖNEMİNİN AÇILMASI
Bazı hukuk reformları ile ulusçuluk duygularını bastırmak mümkün olmuyordu, bu nedenle dış felaketler birbirini izliyor, yapılan düzeltimler bir türlü istenilen sonuçları veremiyordu.
Bu durum karşısında Tanzimat döneminde yetişen ve Batı siyasal sistemini bir ölçüde kavramış sayıca az bir aydın grubu yeni bir kurtuluş çaresi önerdi.
Bu da halkın egemenliğe ortak edilmesi, siyasal özgürlüklerle donatılması idi. Böylece "Osmanlılık" ruhu doğacak her türlü özgürlüğe sahip olan insanlar devletin birliğini bozma düşüncesinden uzaklaşacaklardı.
1870 yılına doğru Türk tarihinde ilk kez siyasal özgürlükler uğrunda mücadele başladı. Sivil aydınların 1876'da silahlı kuvvetlerle işbirliği sonucunda Abdülaziz tahttan indirildi.
Yerine geçirilen V. Murat'ın akıl hastalığına tutulduğu için o da tahttan indirilip yerine Abdülhamit getirildi.
BİRİNCİ MEŞRUTİYET
II. Abdülhamit tahta çıktıktan sonra ilan edeceğine söz verdiği anayasayı hazırlattı, bu anayasa Avrupa toplumlarında olduğu gibi halkın bir baskısı sonunda ilan edilmemişti. Bir grup aydın ve asker isteği üzerine hazırlanmıştı.
Anayasayı yapan güç, egemenliği kesinlikle elinde tutan padişah olduğu için onu değiştirmek ve kaldırmak hakkı da hükümdara aitti.
23 Aralık 1876'da ilan edilen Anayasa (Kanun-i Esasi) aslında özgürlükçü bir rejim getirmiyordu. Egemenlik Osmanlı ailesine aitti. Osmanlı yurttaşlarının siyasal parti kurma ve toplantı özgürlükleri yoktu.
Tek yenilik bir kanadı halkın (Heyet-i Mebusan), diğer kanadı padişahın (Heyet-i Ayan) seçtiği bir parlamento kurulmasıydı. Bu meclisler birer danışma kurulu gibi idiler. Yasama yetkisi padişaha aitti.
Gene hükümeti kuran görevden alan padişahtı. Yargı güvenfiği kesin değildi. 1877-78 Türk-Rus savaşındaki yenilgiler üzerine Mebuslar Meclisi'nde hükümet ağır eleştirilmişti.
Bu tartışmaya kızan II. Abdülhamit her iki meclisi de tatil etti (1878). Doğrudan doğruya kişisel yönetim kurdu. Bu gidişten hoşnut olmayan genç subayların hemen hepsi II. Abdülhamit'in istibdat rejimine karşı cephe alıp aynı düşünceleri paylaşan diğer aydınlarla buluşup gizli dernekler kuruyor, özgürlük mücadelesini yeraltında yürütmeye çalışıyorlardı. Bütün gizli dernekleri çatısı altında toplayan "İttihat ve Terakki Cemiyeti" kuruldu.
İKİNCİ MEŞRUTİYET
20. yüzyılın başında Almanya'nın İngiliz çıkarlarını büyük ölçüde tehdit etmesi ve Osmanlı Devle-ti'ne yanaşması, ingiltere'nin birtakım gizli antlaşmalarla başta istanbul olmak üzere Ruslar'ın göz diktiği her yerin onlara verilmesine razı gelmesine neden oldu.
Bu durum karşısında II. Abdülhamit'in siyasetini yetersiz bulan ve ancakyeniden anayasalı bir monarşiye dönülmekle yurdun kurtarılacağına inanan İttihat ve Terakki Derneği'nin askeri üyeleri 1908'de saraya başkaldırarak II. Abdülhamit'in tekrar parlamentoyu toplamasını sağladılar. Böylece tarihimizde "İkinci Meşrutiyet" adı verilen dönem açılmış oldu (1908).
Meşrutiyetin siyasal ve hukuksal karşılığı bir hükümdarın yetkilerini demokratik bir anayasa ile "şarta bağlamak" yani halkla hükümdar arasında bir yetki paylaşmasına gidilmesidir.
Genç subayların enellikle Alman yandaşı olduğu için Osmanlı'nın güçleneceğini düşünen İngilizler, ordudaki alaylı okullu subay ayrımını kışkırttılar.
Bunun sonucunda 31 Mart 1909'da istanbul'da büyük bir gerici ayaklanma çıktı. Hareket ordusu ayaklanmayı bastırdı. II. Abdülhamit tahttan indirilip yerine V. Mehmet Reşat geçirildi. Anayasa'da olumlu değişiklikler yapıldı. Siyasal örgütleme ve toplantı hakları yurttaşlara tanındı.
Siyasal partilerin kurulması dönemi açıldı. Meclis-i Mebusan'ın yetkileri daraltıldı. Hükümetin meclise karşı sorumluluğu kabul edildi. Yargı güvensizliği yaratan hüküm kaldırıldı.
TRABLUSGARB VE BALKAN SAVAŞLARI
II. Meşrutiyet ilan edildikten sonra Bulgaristan-bağımsızlığını ilan etti. Avusturya-Macaristan Bos-na-Hersek'i topraklarına kattı, Girit tamamen Yunanistan'a bağlandı.
Avrupa'da birliğini geç tamamlayan italya sömürge arayışına girişmişti. İngiltere ve Fransa'nın desteğini alan İtalyanlar Kuzey Afrika'daki son Osmanlı toprağı olan Trablusgarb'a asker çıkardılar.
Rodos ve Oniki adayı işgal ettiler. Sonunda Ekim 1912'de yapılan Uşi anlaşmasıyla Trablusgarb İtalyanlar'a bırakıldı. Rodos ve Oniki ada geçici olarak İtalya'ya bırakıldı.
Osmanlı Devleti'nin Balkanlar'daki egemenliğine son vermek isteyen Rusya Balkan devletlerini kışkırttı. Sırbistan, Yunanistan, Bulgaristan ve Karadağ Osmanlı'ya karşı ittifak yaptılar.
Bu devletler Ekim 1912'de Osmanlı Devleti'ne savaş açtılar. Savaş sonunda Osmanlılar ağır bir yenilgi aldılar. 1913 yılında yapılan Londra Antlaşmasıyla Osmanlı Devleti'nin batı sınırı Midye-Enez çizgisine kadar geri çekildi, imroz ye Bozcaada dışındaki Ege adaları Yunanistan'a verildi.
Edirne ve Kırklareli Bulgaristan'a verildi. Arnavutluk bağımsızlığını ilan ett. Ayrıca 23 Ocak 1913 tarihinde İttihat Terakki Babıâli Baskını ile yönetimi tam anlamıyla ele geçirdi.
Osmanlı'dan aldıkları toprakları Balkan devletlerinin paylaşamaması II. Balkan Savaşının çıkmasına neden oldu. II. Balkan savaşına ilk savaşa katılmayan Romanya'da katılmıştır.
Savaş sonunda Osmanlı Devleti Edirne ve Kırklareli'yi Bulgarlar'ın elinden kurtarmıştır. Bulgarlar ile İstanbul, Yunanlılar ile Atina, Sırplar ile yine İstanbul antlaşmaları yapıldı.
ÜNİTE - 3 OSMANLI DEVLETİ'NİN SONA ERME SÜRECİNE GİRMESİ BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI
Devleti kurtarmak için girişilen Islahat hareketleri bütün çabalara rağmen istenilen sonucu vermemişti. Türk ulusunun kurtuluşu için artık belli başlı bütün kurumlarında devrimsel bir değişikliğe gidilmesi koşuldu.
Birinci dünya Savaşı'na girmemiz, bu vesileyi doğurmuştu. 1914-1918 yılları arasında geçen bu büyük savaş sonunda dünyanın çehresi değişmişti. Bilindiği gibi Osmanlı Devletinin katıldığı bu son savaş onun yıkıl-masıyla sonuçlanmıştı.
Savaş öncesinde Osmanlı Devleti'nde; İkinci Meşrutiyet'in de beklenilen sonuçları verememesi, aslında çok yurtsever, ama genellikle ileriyi göremeyen İttihat ve Terakki Partisi önderliğinde devlet yönetimini yüklenme zorunluluğu doğdu.
Babıâli Baskını ile bu olup bitti gerçekleşti. Özgürlük ve demorkasi istekleriyle yola çıkan bu kadro sonunda tam bir parti diktatörlüğü kurdu.
İTTİHAT VE TERAKKİ PARTİSİ'NİN HEDEFLERİ
İttihatçılar, Türk ulusçuluğunu belli bir ideoloji durumuna getirmeye çalışmışlardı. İttihat e Terakki'nin büyük düşünürü Ziya Gökalp'tır.
"Türkçülüğün" sınırları tam olarak çizilmemişti; islam esasları ile yoğrulmuş bir ulusçuluk ile Turancılığa kadar uzanan ve ırkçı diyebileceğimiz görüşler, parti içinde zaman zaman su yüzüne çıkıyordu.
Türk "ulusçuluğu (milliyetçiliği)" toplumsal ve siyasal akım olarak Osmanlı Devleti içinde çok geç belirmiştir. Türkler özellikle Balkanlı uluslaranı uyanışı ile bilinçlenme yoluna girmişlerdir.
İlk önce "dil"de başlayan Türkçülük, özellikle ittihatçı gençlerin çabalarıyla, 20. yy. başında siyasal gücü olabilen bir akım durumu alabildi.
İttihatçılar "Türkçülük" akımını ilk kez siyasal ve toplumsal boyutuyla tartışma alanına getirdiler. Bu parti yandaşları "Osmanlıcı" bir toplum yapısına da benimsiyorlardı.
Toplumun çok uluslu yapısını sonuna kadar savunma kararında idiler. Ancak her türlü yenilik Türkçülük ışığı altında yapılacaktır.
DÜŞÜNCE AKIMLARI
Uzun süren bir istibdat döneminden sonra Osmanlı toplumunda çeşitli düşünceler belirmeye başlamıştı.
İslamcılık:
İslamcılık düşüncesini savunanlara göre; toplumsal ve siyasal yaşayışın temeli dindir. Devletin içinde bulunduğu felaketi islamiyetten uzaklaşmanın sonucunda olduğunu savunuyorlardı, islamiyet fikrini benimseyenler Tanzimatı bile İslamyetten bur sapma olarak değerlendiriyorlardı.
Osmanlıcılık:
Tanzimat ile uygulamaya konulan ama kökleri daha lı. Mahmut zamanında bulan bir akımdı. Bu akmın temsilcilerine göre dinleri, uluslara.ı inançları ne olursa olsun bu ülkede yaşayan herkes "Osmanlı" sayılırdı.
Bu akımın amacı devletindağılmasını önlemekti. Tanzimat ilkeleriyle, bütün bu uluslar aynı haklara sahip eşit yurttaşlardan oluşan bir topluluk meydana getirmeye çalışılmıştı, ancak, çok uluslu imparatorlukların iyice zayıfladığı, ulusal devlet modelinin giderek benimsendiği bir çağda Osmanlıcılık bütün çabalara rağmen tutunamazdı.
KİŞİSEL GİRİŞİM VE YERİNDEN YÖNETME (Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet)
Prens Sabahattin adlı bir aydının başlattığı bu hareket, belki de "kişisel girişime" değer veren ilk akılcı akım olarak Osmanlı toplumu için son derece önemlidir.
Prens Sabahattin, yapılan bütün reformların "kişiye" değil "devlete" dönük olduğunu anlayabilmişti. O, Osmanlı insanına her bakımdan geniş özgürlükler tanınması ve çeşitli etnik grupların federasyona benzer bir siyasal birlik içinde yaşamalarını öneriyordu.
Bu düşünce akımları arasında üyelerinin sayısı çok az olan ufak bir sosyalist grup da bulunuyordu. Sosyalist düşüncenin gelişmesi için güçlü bir sanayiye ve işçi sınıfına ihtiyaç vardı.
Bunun için de öncelikle ulusal bir burjuvazinin yaratılması gerekiyordu. Ama Osmanlı toplumu bütün bu gelişmelerin çok ama çok gerisindeydi.
İttihatçılar Osmanlıcılık ve Türkçülük akımlarını yaşatmaya çalıştılar. Ama en çok etkisi altında kaldıkları akım Türkçülüktü.
Bu amaçla Türk gençleri yetiştirmek, Türk kadınına bazı haklar tanındı, ulusal bir burjuvazi oluşturmak için çalışmışlardır. Böylece bir ölçüde Cumhuriyet döneminde üzerinde durulan bazı sorunların hiç olmazsa tanınmasını sağladılar.
Ancak iç ve dış siyaset alanında İttihatçılar yanlışlar yaptılar. İç siyasette; Babıâli baskınından sonra parti hegemonyası kurarak demokratik gelişmenin umutlarını söndürdüler.
Dış siyasette ise iki farklı görüş vardı; ileride çıkacak büyük bir savaş olduğunu ve bu savaşta yansız kalıp bundan yararlanarak gerekli reformları yapmak gerekirdi.
Diğerbir görüş ise parti içinde asıl gücü elinde tutan askeri kanat ve onunda önderi bulunan Enver Paşa, savaş taraftarıydı
ALMANYA'YA YANAŞMA
Almanya I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti gibi bir müttefiki yaninda savaşa sokmak istiyordu. Bu yolla şu amaçları gerçekleştirecekti:
• İngiliz sömürgelerinde milyonlarca müslüman yaşıyordu. Osmanlı padişahı aynı zamanda müslümanların halifesi kabul ediliyordu. Bu yolla ingiliz sömürgelerinde büyük huzursuzluk çıkartılabilirdi.
• Süveyş Kanalı 1868 yılında açılınca Ortadoğu'nun ingiltere için önemi daha da artmıştı. İngiltere 1881 yılında Mısır'ı işgal edince doğu yollarını tam bir güvence altına koymuşlardı. Eğer Osmanlı Devleti Almanya'nın otoritesinin altına girerse, bu yol üzerinde ingiliz denetimi sona erecekti.
• Almanlar fazla nüfuslarını özellikle Batı Anadolu'ya yerleştirmeyi düşünüyorlardı. Anadolu'yu bir Alman 'kolonisi" haline getirmeye çalışıyorlardı.
• Bu siyasetler sonucunda Almanya-Osmanh Devleti yakınlaşması doğdu. Bunun en çarpıcı örneği Avrupa'yı Basra Körfezi'ne bağlayacak Bağdat demiryolu hattının yapımını Almanya'nın almasıdır.
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI
Savaşın Nedenleri ve Çıkışı
19. yy.'da dünyayı aralarında paylaşan emperyalist devletler o yüzyılın son çeyreğinde Alman İmparatortuğu'nun kurulmasıyla oluşturdukları dengeyi yitirmişlerdi.
Gelişen ekonomik çıkarların yol açtığı gerginlik müthiş siyasal bunalımlara yol açtı. Özellikle Almanya'nın dünya denizlerine egemen olmaya başlaması, ingiltere ile Fransa'nın pek çok pazarını kapması ve Avrupa'da izlediği siyasetle de gerginliğin artmasına yol açtı.
Balkan yarımadası osmanlı egemenliğinden çıkınca devletler arasında kıyasıya rekabet başlamıştı. Bu devletlerde yaşayan insanların etnik yapıları karışıktı.
Ama "Slav" öğesi çoğunluktaydı. En büyük Slav topluluğunu Ruslar oluşturuyordu. Ruslar 19. yy. boyunca Panslavizm ve Ponortodokslukla bu ulusları birleştirmeye çalışmıştı.
20. yy. başında dünyada büyük devletler arasında bir kutuplaşmaya gidiliyordu. Balkan savaşlarıyla Osmanlıların Avrupa'dan hemen hemen dışlanması üzrine Avusturya-Macaristan ve Rusya arasındaki çekişme daha ileri boyutlara ulaştı.
1871 yılında Fransa, Almanya'ya kaptırdığı Alsas-Loren bölgesini geri almak istiyordu. Avusturya veliahtının bir Sırplı tarafından öldürülmesi sonrası Avusturya-Macaristan ve Sırbistan'a savaş ilan etti. Böylece o zamana kadar görülmemiş bir gruplaşma içindeki devlerler birbirine girdiler.
Almanya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan ve Osmanlı Devleti ittifakı grubunu; ingiltere, Fransa, Rusya, Sırbistan, Belçika, Karadağ, Romanya, Yunanistan, Japonya ABD, Brezilya, İtalya ise itilaf devletlerini oluşturdular.
OSMANLI DEVLETİNİN SAVAŞA GİRİŞİ
Savaş başladığı zaman işbaşında bulunan Osmanlı hükümeti savaşın dışında kalma kararı vermişti. İtilaf devletleri de Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşa girmesini istemiyorlardı.
Hatta bunun için Osmanlılar'a bazı ödünler vermeyi bile yükümleneceklerini bildiriyorlardı. Hükümetin sivil kanadına mensup olanlar da yansız kalmayı düşünüyorlardı.
Fakat Enver Paşa savaşı Almanlar'ın kazanacağını düşünüyor ve Almanlar'ın yanında savaşa girmek için gizli bir bağlaşma anlaşması da imzalamıştı.
Enver Paşa'nındüşüncesi Almanya'nın savaşı kazanacağını düşünmesi ve bunun sonucunda Balkan savaşları sonucunda kaybedilen yerlerin geri alınması ve Rusların yenilmesiyle, Kafkaslardaki Türklerin bağımsızlığına kavuşması ve Ortaasya'da yaşayan Türklere ulaşıp Turan imparatorluğu kurmaktı.
Osmanlı Hükümeti savaş sırasındaki karışıklıktan yararlanıp kapitülasyonları kaldırdığını ilan etti. Ama Almanlarla Avusturya-Macaristan hükümeti kapitülasyonların kaldırılmasına uzun süre direndi.
Bu da dış politikada "dostluk" denilen kavramın doğrudan doğruya çıkarlar üzerine kurulu olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Almanya savaşın bir an önce bitirilmesi için itilaf devletlerinin güçlerini bölmeli, cepheleri genişletmeliydi. Bunun için Osmanlı Devleti'ni savaşa girmeye zorluyordu.
Savaş sırasında İngiliz ve Fransız donanması önünden kaçan Alman savaş gemisi (Goeben ve Breslau) Osmanlı Devletine sığınmışlardı Osmanlı Devleti bu iki gemiyi satın aldığını ilan etti.
28-29 Ekim 1914 gecesi bu savaş gemileri Rus limanlarını bombaladı ve Osmanlı Devleti savaşa girmiş oldu.
OSMANLI ÜLKESİNDE AÇILAN CEPHELER
Doğu Cephesi
Ruslarla savaşılmıştı. Bu cephenin açılmasın-daki amaç Rusya'yı savaş dışı bırakmak ve Ortaas-ya Türkleri ile temas kurup pantürkizm'i gerçekleştirmekti.
Bu cephede Rus askerinin veremediği zararı ağır kış şartlan, hastalık ve beslenme zorlukları vermiş ve 100 bine yakın asker donarak ölmüştür.
Bu arada Rus ajanları da Osmanlı topraklarında kalan Ermenileri büyük ölçüde ayaklandırdılar ve Osmanlıları arkadan hançerleme olayını yaşadılar Bunun üzerine Osmanlı Devleti Ermenileri zorunlu göçe tâbi tutmuştur.
Bu savaş sırasında 1917'de Rusya'da ihtilal çıkmış ve savaştan çekilmek zorunda kalmıştır. Rusya, Almanya ve bağlaşıklarıyla 3 Mart 1918'de Brest-Litovsk Barış Antlaşması imzaladı.
Bu anlaşmayla Ruslar 1878 Berlin barışıyla aldıkları Kars, Ardahan, Batum'u geri veriyorlardı.
Çanakkale Cephesi
Çanakkale cephesinin açılmasıyla Boğazlar itilaf devletlerinin eline geçmesine düşünüyorlardı. Böylece İstanbul düşecek, Osmanlı Devleti tarihe karışacaktı.
Aynı zamanda Rusya'ya da yardım gönderilecekti. İngilizler ve Fransızlar bu düşünceyi uygulamak için harekete geçtiler. Osmanlı Devleti, ordusuna silah ve cephane yardımının yapılması için Almanya ile arasında bir ulaşım imkanı sağlamalıydı.
Bu ise Bulgaristan'ın savaşa girmesiyle mümkündü. Bulgarlar Almanlarla savaşmaktansa anlaşmayı yeğlediler ve Osmanlı ordusu kendi imkanlarıyla Çanakkale'yi savunmaya başladı
Çanakkale cephesinde elde edilen başarı sonunda İstanbul kurtuldu ve savaşın hemen bitmesi umutlan suya düştü. Rusya'ya yardım ulaşamadı ve Rusya'da ihtilalin çıkması hız kazandı.
Kanal Cephesi
İngilizlere karşı açılmıştır. İngilizlerin sömürgele-riyle olan ilişkisini kesmek ve Mısır'ı İngilizlerden geri almak için açılmıştır.
İngilizlerin elindeki Süveyş Kanalı'na iki kez saldırı düzenlendi fakat başarılı olunamadı. Ordu yenildi ve geri çekildi.
Irak Cephesi
İngilizlere karşı açılmıştır. Kut el-Amora'da geçici bir başarı elde edilmesine karşı İngilizler Irak'ı ele geçirmişlerdir.
Filistin Cephesi
İngilizlere karşı açıldı. Alman generali Falkon-heyn başarısız olunca bölgeye Yıldırım Orduları Komutanı olarak atanan Mustafa Kemal orduyu günümüzdeki Suriye sınırına kadar çekti.
SAVAŞIN BİTİŞİ
Alman denizaltılarının ABD'nin ticaret gemilerini batırması üzerine ABD savaşa girmiştir. ABD'nin savaşa girmesiyle Almanya'nın Batı cephesi çökmüş, ittifak devletleri barış istemeye" başlamışlardır.
Savaştan çekilen ilk ittifak devleti Bulgaristan olmuştur. (29 Eylül 1918) Savaşa girdikten kısa birsüre sonra Amerikan Cumhurbaşkanı Wilson "Wilson ilkeleri" adı ile anılan ilkelerini yayınlamıştır.
Gizli antlaşma yapılmayacak
• Yenenler yenilenlerden toprak almayacak
• Yenilenler savaş tazminatı ödemeyecek
• Sorunların barış yoluyla çözülenebilmesi için CemiyeH Akvam adlı bir örgüt kurulacak
• Boğazlar bütün devletlere açık olacak
• Türklerin bulunduğu bölgelerde Türklere egemenlik hakkı tanınacak ancak aynı hak azınlıkların çoğunlukta bulunduğu bölgelerde onlara da tanınacak.
Bulgaristan'ın savaştan çekilmesi sonucu Almanya ile Osmanlı Devleti arasındaki bağlantı kesildi ve Osmanlı Devleti de Mondros Antlaşmasını imzalayarak savaştan çekildi.
ÜNİTE - 4 OSMANLI DEVLETİNİN PARÇALANMAYA BAŞLAMASI VE BUNA İLK TEPKİLER
I. Dünya Savaşı korkunç insan ve ekonomik yitikleri yanında çok önemli siyasal değişiklere de neden oldu.
ÇÖKEN İMPARATORLUKLAR
Bunlardan birincisi Rus Çarlığı idi. Bildiğiniz gibi daha savaş sırasında yıkılan bu büyük imparatorluk içindeki önemli siyasal ve toplumsal değişikliklerle yeni bir yapı almış ve tarihteki ilksosyalist devlet kurulmuştu.
Alman İmparatorluğu da daha savaş sona ermeden korkuç iç çalkantılarla karşılaşmış, ordu bölünmüş, sağ ve sol eğilimli gruplar ayaklanmışlardı. Bütün bunların sonucunda Alman imparatoru II. Wil-helm yurdunu terk etti.
Böylece Alman İmparatorluğu da çökmüştü. Önemli bir siyasal boşluk doğdu, kanlı iç didişmelerden sonra Almanya'da Cumhuriyet ilan edildi.
Bu cumhuriyet yönetimi yenen devletlerle ağır koşullu bir barış antlaşması imzaladı .(Versay 28.6.1919). Bu antlaşma ile Almanya pek çok toprağını yitiriyor, yenenlerin bazı batı bölgelerini işgal etmelerine göz yumuyor, "onarım bedeli" olarak ağır mali yükümlülükleri yerine getirmek zorunda kalıyordu.
Bütün bu ağır yitiklerden başka Almanya, sanayisini ve ordusunu sınırlamak zorunda kalıyordu. Bütün bu ağır hükümler Almanya'da eşi görülme-miş bir enflasyon ile işsizliğe yol açtı. Sonunda Almanya, bir rejim değişikliği geçirerek faşizmin egemenliği altına girdi.
Yenikler arasında yer alan ikinci büyük imparatorluk Avusturya-Macaristan idi. Çok uluslu yapısını yeri geldikçe anlattığımız bu devlette, savaşın sonuna doğru, bıkkınlık ve bezginik alâmetleri görülmeye başlandı.
İmparatorluğun parçalanmasıyla birlikte anlaşma devletleri Avusturya ve Macaristan ile ayrı ayrı barış antlaşmaları imzaladılar.
Avusturya ile 10 Eylül 1919'da imzalanan St. Germain (Sen Jermen) Barışı ile bu devlet ufak bir ülke haline getirildi. Bu arada Avusturya'da cumhuriyet ilan edildi. Macaristan ile de 4 Haziran 1920'de Trianon Barışı imzalandı. Ayrıca bu imparatorluğun sınırları içinde yeri bir Çekoslovakya devleti kuruldu.
Yenilenler arasında yer alan Bulgaristan ise 27 Kasım 1919'da imzaladığı Nevilly (Nöyi) Barışı ile savaştan çıktı.
En ağır ateşkes anlaşması Osmanlı ile imzalanmış ve ülke parçalanma sürecine sokulmuştu. Ardından gene bu parçalanmayı tam olarak onaylayan en ağır barış (Sevr Barışı - 10 Ağustos 1920) Os-manlı Hükümeti ile imzalanmıştı.
OSMANLI DEVLETİ'Nİ PAYLAŞMA ANTLAŞMALARI
Birinci dünya Savaşı öncesinde, 19. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı ülkesini parçalamak isteyen temel güç Rusya idi.
Bunun sebebi Rusya ancak Osmanlı Devleti üzerinden sıcak ve açık denizlere çıkabilirdi. Rusların bu tarihi siyasi politikası, ingiltere'yi rahatsız ediyordu, ingiltere ise Hindistan'a giden yollar üzerinde kendi kontrolünde bir Osmanlı'dan yanaydı.
Kırım Savaşında İngiltere ve Fransa, Rusya'ya karşı Osmanlı Devletini desteklemişlerdi. 1856'da imzalanan Paris Antlaşması ile Osmanlı'nın toprak bütünlüğü Avrupalı devletlerce Rusya'ya karşı korumaya alınmıştı.
Berlin Barışı ile Osmanlı ülkesinin Balkan Yarımadasına denk düşen bölümü büyük ölçüde parçalanmıştı. Durumdan korkuya düşen ingiltere, artık her biri Bulgaristan dışında bağımsız birer devlet olan eski Osmanlı illerinin Rus nüfusu altına düşmeye başladığını görüyordu.
İşte 1878 tarihinden itibaren İngiltere, fırsat çıkarsa Osmanlı ülkesini Ruslara bırakmamak ve kendisi tarafından ele geçirilmesini sağlamak istemiştir.
İngiltere'nin Osmanlı Devleti üzerindeki geleneksel siyaseti 8-9 Haziran 1908'de Reval Görüşmelerinde değişmiştir, ingiliz Kralı ile Rus Çarı'nın yaptığı görüşmelerde Osmanlı Devleti üzerinde tam bir anlaşmaya vardılar.
Bu anlaşma ingiltere'nin Rusya'yı Osmanlı ülkesi üzerinde serbest bıraktığı anlamına geliyordu. Nitekim Balkan Savaşları da bu anlaşmanın verdiği cesaretle Rusya'nın Balkanlı devletleri örgütlemesi sonucunda patlak verdi.
GİZLİ ANTLAŞMALAR
İstanbul Antlaşması (10 Nisan 1915) ingiltere, Fransa ve Rusya arasında.
Londra Antlaşması (26 Nisan 1915) ingiltere, Fransa, Rusya ve İtalya arasında
Sykes-Picot Antlaşması (3 Ocak 1916) ingiltere ve Fransa arasında
Saint-Jean de Mavrîanne Antlaşması (19 Nisan 1914) İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya arasında
Mac Mahon Antlaşması (1916) ingiltere ile Araplar arasında
Bu antlaşmalara göre;
1. Ürdün ve Irak İngilizlere
2. Mersin'den doğuya kadar olan Adana, Sivas, Hatay, iskenderun ve Mardin Fransızlara,
3. İzmir'in güneyinden başlayarak Mersin'e kaar olan Antalya, Muğla ve Konya İtalyanlara,
4. Doğu Anadolu ve Boğazlar ise Ruslara verilecekti.
Rusya'nın 1914 ekim devrimiyle savaştan çekilmesi ve antlaşmaları açıklaması üzerine bu paylaşım tasarıları uygulanamıyor ve değişikliğe uğruyor.
MONDROS ATEŞKES ANLAŞMASI
Bulgaristan'ın savaştan ayrılmasıyla Osmanlı devleti ile Almanya arasındaki köprü yıkılmıştı. Bu durumda Osmanlı İmparatorluğu VVİlson ilkeleri ışığı altında bir ateşkesi imzalamaya hazır olduğunu bildirdi.
30 Ekim 1918 günü Osmanlı Devleti Rauf Bey önderliğindeki heyet ile anlaşma devletleri arasında Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandı. Anlaşma devletleri adına eteşkesi İngiliz Amirali Calthrope imzalamıştır.
Egemenlik Haklarını Sınırlayan Hükümler
Osmanlı Devleti'nin egemenlik haklarını sınırlayan hükümler:
• Boğazlar derhal açılacak ve orada bulunan müstahkem mevkiler işgal edilecek (1. madde).
• Anlaşma devletleri güvenliklerini tehdit eden bir duruma düşerlerse Osmanlı ülkesinin diledikleri stratejik noktasını işgal edebilecekler (7. madde).
• Doğu Anadolu'da bulunan altı ilde karışıklıklar çıkarsa Anlaşma devletlerinin ayrıca o bölgeleri de işgal etmeye haklan vardı (24. madde).
• Ülkedeki bütün haberleşme Anlaşma devletlerinin denetimi altına alınacak (12. madde).
Askerî Hükümler:
• Asayişi sağlamak için gereken bir miktar asker dışında Osmanlı orduları terhis edilecek; bütün savaş gemilerine, cephaneye, toplara ve diğer silahlara el konulacak;
• Osmanlıların elinde bulunan bütün savaş tutsakları, Osmanlı yurttaşı olup da ayaklandıkları için tutuklanan Ermeniler de dahil olmak üzere, serbest bırakılacak.
• Brest-Litovsk Barışından sonra İran ve Kafkasya'ya giren Osmanlı birlikleri derhal geriye çekilip dağıtılacak, Anadolu dışında bulunan Osmanlı birlikleri ise bölgelerindeki Anlaşma devletleri komutan- , larına teslim olacaktırdır.
Ekonomik Hükümler:
• Ülkenin bütün limanlarından Anlaşma devletleri yararlanacaklar.
• Kömür ve petrol yatakları ve benzeri önemli kaynaklar Anlaşma devletlerinin ihtiyaçlarına tahsis edilecek.
• Demiryolları da anlaşma devletlerinin denetimi altına girecekti.
MONDROS ATEŞKES ANLAŞMASI VE YUNANİSTAN
Yunanlıların Osmanlı toprakları üzerindeki genişleme isteklerini çok iyi bilen Rauf Bey, ateşkes gereği uygulanacak işgal eylemlerine Yunanlıların karış tırılmamasını ileri sürmüştür.
Rauf Bey işgal eylemlerine Yunanlıların katılmamasını anlaşma metnine de koydurmak istemiş, ama bunu başaramıştır. Fakat ısrarı üzerine Amiral Carthorpe, Rauf Bey'e kendi imzasını taşıyan özel bir mektup verdi.
Bu mektupla Anlaşma Devletleri temsilcisi Amiral, boğazlara sadece ingiliz ve Fransız askerlerinin gireceğini, isanbul ile izmir'e Yunan gemilerinin sokulmayacağını yükümlenir bir biçimde hükümetine bildireceğini belirtiyordu.
İŞGALLER
İngiliz-Fransız-İtalyan İşgalleri:
İngilizler Ortadoğu'yu, yanlarına Fransızları alarak işgal ettiler. Fransızlar ayrıca Dörtyol, Mersin, A-dana'yı
ingilizler; Antep, Maraş, Bilecik, Urfa, Kars'ı,
italyanlar; Antalya, Kuşadası, Fethiye, Bodrum, Milas'ı,
Ermeniler ise Doğu .Anadolu'dan bir pay almak amacıyla bir takım yerleri işgal ettiler.
Yunan İşgalleri:
Doğu Trakya'yı gözlerine kestiren Yunanlılar iki gerekçe ileri sürüyorlardı. Bunlardan ilki, Doğu TraK-ya'da nüfus olarak Rumların nüfusu bazı kasabalarda Türklere oranla daha fazlaydı.
Diğer gerekçe ise, Yunan uygarlığının Batı Anadolu'da kurulup gelişmesi .idi. Paris Antlaşmasında itlayanlara daha önceden verilmesi kararlaştırılan bir takım yerler, Yunanlılara devrediliyordu. Bunun üzerine Yunanlılar 15 Mayıs 1919'da İzmir'i işgal ettiler.
PARİS BARIŞ KONFERANSI (18 Ocak 1919):
Konferansa toplam 32 devlet katılmıştır. Amacı l. Dünya Savaşı sonrasında imzalanacak barış antlaşmalarının esaslarını belirlemektir.
Konferans önce Cemiyet-i Akvam'ın kurulmasını kabul ederek, çalışmalarına başlamıştır. Bu arada sömürgecilik faliyetlerinde Amerika'yı karşılarına almak istemeyen ingiltere ve Fransa "manda" yönetimi tezini ortaya atmışlarır.
Osmanlı Devleti'nin paylaşımında Yunanistan'ın devreye girmesi itilaf Devletleri arasındaki anlaşmazlıkların su yüzüne çıkmasında etkili olmuş, italya konferansı terk etmiştir. Burada alınan kararlara göre;
1. Doğu Trakya ile İzmir ve çevresi Yunanistan'a,
2. Doğu Anadolu-Rusya'nın boşalttığı yerler Ermenistan'a,
3. Boğazlar İtilaf Devletlerince oluşturulacak ortak bir komisyona bırakılıyordu.
İŞGALLERE KARŞI İLK TEPKİLER
Azınlıkların Tepkileri
Rumlar:
1. Mavri-mira
2. Etnik-i Eterya
3. Pontus Rum
Ermeniler:
1. Zaven Efendi Derneği
2. Taşnaksutyun Partisi
3. Hınçaksutyun Partisi
4. Ermeni intikam Alayı
Yahudiler:
Yahudiler Osmanlı yönetiminden memnun olan tek azınlıktı. Ticari amaçlı dernekler kurdular.
Araplar:
Mekke Şerifi Hüseyin ve oğullarım etkisiyle Osmanlı yönetimine karşı ayaklandılar.
Azınlıkların Kurduğu Derneklerin Özellikleri:
1. Mondrosla ortaya çıkan durumdan yararlanmışlardır.
2. İtilaf devletlerinden destek almışlardır.
3. Anadolu'nun işgalini kolaylaştırmaya çalışmışlardır.
4. VVİlson ilkelerine göre milli devletlerini kurmak istemişlerdir.
5. Milli birlik ve bütünlüğü bozmaya yöneliktirler.
Türk ve Müslümanların Kurdukları Zararlı Cemiyetler:
• Sulh ve Selamet-i Osmaniye Fırkası
• Kürdistan Teali Cemiyeti
• islâm Teali Cemiyeti
• ingiliz Muhipleri Cemiyeti
• VVilson Prensipleri Cemiyeti
• Hürriyet ve itilaf Fırkası
Özelikleri:
1- Saltanat ve hilafetçidirler.
2- Milliyetçiliğe karşı ümmetçidirler.
3- Büyük devletlerin desteğini almışlardır.
4- Manda ve himaye taraftarıdırlar.
5- Milli birlik ve bütünlüğü bozucudurlar.
Türkler'in Kurduğu Yararlı Cemiyetler:
• Trakya Paşaeli
• izmir Müdafaa-i Hukuk
• Reddi İlhak
• Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk
• Kilikyalılar
• Milli Kongre
Özellikleri:
1- Mondros'a tepki olarak kurulmuşlardır.
2- Azınlıkların taşkınlıklarına önlemeye yöneliktir.
3- Bölgesel olarak çalışmışlardır.
4- Kurulmalarında Türklük duygusu etkilidir.
5- Vatanın bütününe yönelik bir programa sahip değillerdir.
6- Basın-yayın yoluyla çalışıp, silâhlı direnişi öngörmezler.
uNİTE - 5 M.KEMAL PAŞA'NIN OLAYLARI DEĞERLENDİRMESİ VE TUTUMU
Atatürk'ün Trablusgarp'taki çalışmalarından söz ederken onu "M. Kemal Bey"; generalliğe yükseldikten sonra "M. Kemal Paşa", Sakarya Savaşı'nın bitiminden itibaren "Gazi M. Kemal Paşa" olarak nitelememiz uygun olacaktır.
Devrimlerden söz edilirken ise onu Atatürk adı ile anmamız gerekecektir. M. Kemal, bir asker olarak siyasetin dışında kalmak gereğini özellikle Balkan Savaşları'ndaki yenilgilerden sonra kesin olarak anlamıştı.
I. DÜNYA SAVAŞI'NDA MUSTAFA KEMAL PAŞA
Enver Paşa'nın davranışlarını hiç onaylamayan M. Kemal Bey, Balkan savaşlarından sonra Sofya'ya Askerî Ateşe olarak atanmıştı ve rütbesi binbaşı idi.
Rütbesi 1 Mart 1914'te yarbaylığa yükseltilen M. Kemal Bey, l. Dünya Savaşı çıktığında Sofya'da görevini sürdürüyordu.
Yarbay M. Kemal Bey, 25 Nisan 1915'te Arıburnu'na asker çıkaran Anlaşma Devletleri Birliklerini durdurdu. M. Kemal Bey bu başarısı sonucu 1 Haziran 1915'te albaylığa yükseltildi ve Anafartalar Grubu Komutanlığına atandı.
10 Ağustos 1915'te düşmanı tekrar geriye püskürterek Çanakkale Cephesinin kapanmasını sağladı. 14 Ocak 1916'da Edirne'de 16. Ordu Komutanlığına getirildi.
1 Nisan 1916'da Tuğgeneralliğe yükseltildi ve Doğu Cephesinde görev aldı. 6/7 Ağustos 1916'da Bitlis ve Muş'u Ruslar'ın elinden kurtaran M. Kemal Paşa, 18 Mart 1917'de 2. Ordu, 5 Temmuz 1917'de ise 7. Ordu Komutanlığına atandı.
7. Ordu Komutanı olarak M. Kemal Paşa savaşı sürdürmenin anlamsız olduğunu belirten raporunu Enver Paşa'ya göndererek komutanlıktan ayrılıp aynı yılın ekim ayında İstanbul'a döndü.
Daha sonra Filistin'de bulunan 7. Ordu Komutanlığına atanan M. Kemal, İngilizler'i Halep yakınlarında, bugünkü Suriye sınırımızda durdurdu.
Bu sırada Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanmıştı. 31 E-kim 1918'de ise M. Kemal Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına atandı.
Bu görevi sırasında bulunduğu bölgenin ateşkes anlaşması hükümlerine aykırı olarak işgaline karşı çıktı. Bu nedenle görevinden alınarak, 13 Kasım 1918'de İstanbul'a geldi.
MUSTAFA KEMAL PAŞA'NIN İSTANBUL'DAKİ ÇALIŞMALARI
Osmanlı Hükümeti'nin Durumu:
Mondros Ateşkes Antlaşması'nı Ahmet İzzet Paşa hükümeti imzalamıştı, ingilizler'e boyun eğmek Paşa'nın siyasetine uymadığı için padişahın güvenini de yitirmişti.
Onun yerine getirilen Tevfik Paşa da bir süre sonra padişahla uyum sağlayamadı ve 3 Mart 1919'da görevi bıraktı. Yerine İngiliz yanlısı Damat Ferit getirildi.
M. Kemal Paşa, savaşa girilmemesi yandaşıydı. Bu nedenle ittihatçı kadro ile ters düşmüştür. M. Kemal'in asıl amacı Anadolu'ya geçmekti.
MUSTAFA KEMAL PAŞA'NIN SAMSUN'A ÇIKIŞI
Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a Çıkmasını Hazırlayan Olaylar:
Doğu Anadolu topraklarında Ermeni tehditleri do-layısıyle büyük çalkalanmalar vardı, ingilizler bu bölgenin, özellikle Doğu Karadeniz'de asayişin sağlanmasını Osmanlı Hükümeti'nden istediler.
30 Nisan 1919 günü M. Kemal 9. Ordu Komutanlığına atanarak, bu göreve getirilmişti. M. Kemal'in burada yerine getireceği görevler; bölgede huzuru sağlamak, cephanenin koruma altına alınması, Türklerin kurduğu direnme örgütlerinin ortadan kaldırılmasıydı.
19 MAYIS 1919'A KADAR YURTTAKİ DİRENİŞ HAREKETLERİ
5 Kasım 1918'de Kars'ta, "Kars İslam Şurası" toplanarak Doğu Anadolu'dki Ermeni tehdidine karşı örgütlenme hareketi başlamıştır. Hemen ardından Edirne'de, Trakya-Paşaeli Müdafaa Heyet-i Osmani-yesi oluşturulmuştur.
Aralık ayında ise ünlü Müda-faa-i Hukuk derneklerinin ilki İstanbul'da Doğu bölgeleri için kurulmuştur. Bu dernek, "Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-i Milliye Cemiyeti" adıyla kurulmuştur.
Ayrıca İzmir'de, "izmir Müdafaa-i Hukuk-i milliye" derneği kurulmuş ve ardından 17-19 Mart 1919 tarihleri arasında "Büyük İzmir Kongresi" toplanmıştır. Bu kongrede "Redd-i İlhak" (İzmir'in Yunanistan'a katılmasının reddi) düşüncesi geliştirilmiştir.
Kurtuluş Savaşı'nın ilk cephesinin 1918 yılı A-ralık ayı sonunda Mersin-Tarsus-Osmanîye yöresinde açılmıştır.
İzmir'in işgalinden sonra da Ege Bölgesi'nin bazı noktalarına asker çıkaran Yunan birliklerine karşı, halk tarafından oluşturulan çetelerle Ayvalık'ta düşmana karşı ilk savunma denemeleri yapılmıştır.
MUSTAFA KEMAL PAŞA'NIN İLK ÇALIŞMALARI
Samsun'daki Çalışmalar.İngilizler bu dönemde Samsun'a birlikler göndermişlerdi. M. Kemal Paşa, 25 Mayıs'a kadar Samsun'da bulunmuştur.
O gün ingilizler'in yanından uzaklaşmak zamanın geldiğini anlayarak, "Ülkenin işlerine gidip asayiş durumunu yerinde görmek" gerekçesiyle Havza'ya geldi.
Havza'daki Çalışmalar:
Mustafa Kemal'in Hav-za'daki çalışmaları iki ana kesimde toplanmaktadır. Askeri alanda aldığı önlemler ve yurtta direniş azmini yaygınlaştırmak için verdiği buyruklar.
M. Kemal, bütün ulusa seslenen çağrılarda bulunmuştur, izmir'in işgali ile özellikle 20 Mayıs tarihinden itibaren yurdun hemen her yerinde miting ve toplantılara ara verilmeden devam edilmesini istemiştir.
Bu konuda bağlı bulunduğu Harbiye Nezareti'ne 3 Haziran'da çektiği telgrafta şöyle diyordu: "...İzmir yöresinde görülen olayların ve benzerlerinin başgöstermesine karşı ne ulusun coşkusunu ve vicdan sızlamalarını, ne de bundan ulusal gösterileri engelleyip durdurmak için kendimde ve hiç kimsede hiçbir güç göremeyeceğim gibi, bu yüzden ortaya çıkacak olayların karşısında da sorumluluk gösterecek ne komutan ne de sivil yönetici gösterilebilir."
Osmanlı Devleti sınırları içinde tek derli-toplu askeri güç olarak sadece 15. Kolordu kalmıştı. İşte, Mustafa Kemal Paşa, karagahı Erzurum'da bulunan-bu kolordunun merkezinde çalışmalarını daha güvenli ve sağlıklı biçimde sürdürebilirdi.
Bu nedenle Paşa 13 Haziran'da Havza'dan ayrıldı. Ama Erzurum'a varıncaya kadar yolda çok önemli, ilginç ve yoğun çalışmalar yaparak düşüncelerini gerçekleştirmenin ilk temel taşlarını koymuştur.
AMASYA TAMİMİ
M.Kemal Paşa'nın Amaya'ya Gelmesi ve Genel Durum:
Bu dönemde Batı Anadolu'daki Yunan işgalleri devam ediyordu. Özellikle halkın direnişi ile karşılaşıyordu. Ayrıca Güneydoğu Anadolu'daki yiğit halkın oluşturduğu milis güçleri Fransızlar'! zor durumda bırakmışlardır, işte bu direniş birliklerinin toptan adına "Kuva-yı Milliye" denilir.
Amasya'da, düzenli orduya geçişin ilk adımı olarak ulusal bilincin doğması ve başlatılan kurtuluş hareketinin ulusa maledilmesi konusunda kesin karara varılacaktır.
Amasya Tamimi'nin Hazırlanışı ve Duyurulması (22 Haziran 1919):
M. Kemal Paşa ilk adım olarak, birbirinden habersiz çalışan Kuva-yı Milliye birliklerini ve diğer direniş örgütlerini tek çatı altında toplamak gerektiğini düşünüyordu.
Amasya Tamimi özetle şöyle diyordu: "Vatanın bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığı tehlikededir, istanbul hükümeti sorumluluğunun gereklerini yerine getirmiyor.
Bu tutumu ise ulusumuzu yok olmuş tanıtıyor. Ulusun bağımsızlığını gene ulusun azim ve kararı kurtaracaktır. Ulusun bu işi yapabilmesi ve haklı sesini dünyaya duyurabilmesi için her türlü etkiden uzak ulusal bir kurul oluşmalıdır.
Bu kurul Sivas'ta toplanacaktır. Her bölgeden ulusun güvenine sahip üçer temsilci gizlice Sivas'a gönderilecektir. Bu, ulusal bir sır gibi saklanacaktır.
Ayrıca, istanbul hükümeti ulusal derneklerin talgraflarını çektirmeme kararı almıştır. Bu kararlar dinlenmeyecek ve komutanlar birliklerini terhis etmeyeceklerdir."
Amasya Tamimi'nin Niteliği:
M. Kemal, bu belge ile İstanbul Hükümeti'nun buyruğundan çıkmış ve ulusal kurtuluş Savaşı'nın başlaması kararını almıştır.
Bu belgede üç önemli öğe bulunmaktadır:
1- Vatanın parçalanması ve bağımsızlığının ortadan kalkması tehlikesi karşısında Osmanlı Hükümeti hiçbir girişimde bulunamıyor; üzerine düşen sorumluluğun gereğini yerine getiremiyor. Öyle ise bu hükümetin kararları da geçersizdir.
2- Bundan dolayı artık ulus, Kurtuluş kararını kendisi vermelidir.
3- Bunu sağlamak için de bütün ulusu temsil e-den kişilerden oluşan bir kurul toplanıp gereken kararları almalıdır.
Burada belirtilecek en önemli hüküm "Milletin istikbalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır" maddesidir.
Bu cümle bize, ulus egemenliğine gidiş yolunun açıldığını gösteriyor. Ayrıca bu genelge ile M. Kemal Paşa ulus egemenliğine dayalı yeni bir devlet kurmanın temel taşını atmıştır. Bu bakımdan hemen hemen bütün devrim tarihçileri bu belgeyi bir ihtilal bildirisi olarak kabul eder.
İstanbul Hükümeti, Tamimi olumsuz karşılamıştır. Gerek İngilizler, gerek bazı devlet adamları M. Kemal Paşa'nın ayaklandığını açıkça söylemeye başlamıştır.
Hükümetle ortak amacı taşıyan bazı İstanbul gazetelerinde M. KemaJ Paşa ve arkadaşları hakkında hakaret dolu yazılar yayınlanmaya başlandı.
Sonuçta, Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) M. Kemal Paşa'nın görevden alındığını bildirdi. Son ana kadar yetkilerinden yararlanmak isteyen M. Kemal Paşa kendisine bu görevin İçişleri Bakanlığı tarafından değil, Savunma Bakanlığfndan ve Padişah onayı ile verildiğini söyleyerek, 9. Ordu Komutanlığı makamında elinden geldiğinde kalmak yolunu tutmuş ve Bakanın buyruğuna UYMAMIŞTIR
ÜNİTE - 6 KONGRELER YOLU İLE ÖRGÜTLENME VE KUVAYI MİLLİYE
ERZURUM KONGRESİ'NE KADAR GELİŞİM
Samsun'a çıktıktan kısa bir süre sonra Amasya'ya geçerek tarihsel tamimi yayınlayan Mustafa Kemal Paşa, "Kongre yolu ile örgütlenmenin" de öncülüğünü yapmaktadır.
Amasya Tamimi'nin duyurulmasına kadar yurtta 8 kongre toplanmıştı. Bunlardan biri dışında diğerleri yöresel ve bölgesel nitelikte idi. ulusal nitelikli olan "Milli Kongre" ise 29 Kasım 1918'de Ateşkes Anlaşmasının imzasından hemen sonra İstanbul'da toplanmıştı.
Kongre yurdun savunulası için bütün ulusal güçlerin toparlanması, Osmanlı Devleti'nin savaştan sonra kurulan ve yenenlerin üstünlüğü altında çalışan Uluslar Kurumu'na alınmasının sağlanması, yurt dışına kurullar gönderilerek Türklerin uğradığı haksızlıkların anlatılması gibi amaçlan gerçekleştirmek istiyordu.
Bütün iyi niyetli çabalara rağmen Milli Kong-re'nin ömrü az oldu. Yapmak istediği çalışmaların da büyük bir bölümünü gerçekleştiremedi. Bunun nedeni ise kongrenin başkent istanbul'da toplanmasından kaynaklanmaktadır.
ERZURUM KONGRESİ
Ermenistan'a verilmesi kesinleşmiş olan Doğu Anadolu'da halk büyük bir huzursuzluk içindeydi. Doğu Anadolu halkı kendi içinde örgütlenme yolunda önemli mesafeler almıştı, istanbul'da kurulan "Vilâyet-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-i milliye" cemiyeti etkinliğini Doğu Anadolu'ya kaydırmıştı.
13 Nisan 1919'da ingilizler Kars'taki ulusal direnişi basıp dağıttılar ve kenti Ermeniler'e teslim ettiler. Bütün bu olaylar Doğu Anadolu'nun en önemli merkezi olan Erzurum'da büyük bir endişe yarattı.
Erzurum'un da Ermeniler'e verileceği konusunda ciddi söylentiler çıktı. 15. Koloordu'nun komutasını üzerine alan Kazım Karabekir Paşa bir yandan Mustafa KemalTn isteği doğrultusunda çalışmalar yaparken, bir yandan da Erzurum'da ateşkes hükümlerinin yerine getirilip getirilmediğini denetleyen İngiliz subayı Rawlin-son'u oyalıyordu.
Mustafa Kemal resmi görev bölgesi Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu olduğu için oraya da gitmek-zorunda idi. Bu vesile ile, bütün Doğu Anadolu illerinin temsilcilerinden oluşacak büyük bir kongreye katılmaya karar verdi.
Bu kongre dört açıdan son derece yararlı olabilirdi.
- Erzurum'daki 15. Kolordu'nun yurttaki tek derli toplu askeri güç olduğu için, bütün yurda örnek olaak bir örgütlenme modeli kurulabilirdi.
- Erzurum ile birlikte önemli bazı Doğu illeri henüz işgal edilmemişti. Bu bakımdan kongre güven içinde yapılabilirdi.
- Kongre sonucu oluşacak örgüt 15. Kolor-du'ya savunma için önemli maddi yardımlar sağlayabilirdi.
- Erzurum Kongresi'nin başarısı, Sivas'taki büyük kongreye bir moral aşısı olabilirdi. Ayrıca, Doğuda kurulacak örgütün üyeleri de kendi bölgelerini Sivas'ta başarıyla temsil e-debilirlerdi.
Mustafa Kemal Paşa Amasya'dan ayrılıp Erzurum'a giderken bir yandan esas büyük kongrenin yani Sivas Kongresi'nin hazırlıkları ile ilgilenmiş, bir yandan da istanbul hükümetinin hakkında aldığı kararları göğüslemek için çalışmıştır.
Yolda Elazığ Valiliğine atanan ve kendisini tutuklamak için hükümetten emir alan Ali Galip'in bir komplosu ile karşılaştı ise de Sivas Valisi Reşit Paşa'nın yansın kalmasıyla bu tehlikeyi atlattı.
Mustafa Kemal Paşa 7-8 Temmuz gecesi Erzurum'da telgraf başına çağrıldı. Doğrudan doğruya Saray'dan aranıyordu.
Saray O'nun İstanbul'a dönmesini son kez istedi. Paşa bu isteği rededince, görevine son verildiği cevabı geldi. Paşa da ardarda hem Saray'a hem de Harbiye Nezaretine istifasını bildirdi; ama bu sadece kendisine verilen görevden ayrılma değildi. Askerlikten de istifa etmişti.
ERZURUM KONGRESİ'NİN ÇALIŞMALARI VE ALINAN KARARLAR
Kongre açılınca Mustafa Kemal Paşa oybirliği ile başkanlığa seçildi. O gün yaptığı konuşmada Paşa, gerçek amacını sezdirdi; bir ulusal kurulun oluşturulmasından söz etti ve gücünü ulusal iradeden, yani ulusun öz isteğinden alan sorumlu bir hükümetin ise ancak Anadolu'da kurulup çalışabileceğini belirtti.
Mustafa Kemal Paşa konuşmasıyla, bölgesel niteliği olan Erzurum Kongresi'ne ulusal bir nitelik vermek istemiştir.
Kongrede beliren görüşlerin özeti şudur: Yurdun bütünlüğünü sağlamak için ulusal iradenin belirlemesi gerektir. Bu ulusal iradenin ve onun çevresinde toplanan ulusal güçlerin varlığı "Padişahlık ve Halifelik" makamını kurtaracaktır.
Bir yandan ulusal iradeye en üstün yer tanımak, diğer yandan bu "en üstün" irade ile Osmanlı Devleti'nin temel dayanığı olan Padişah ve Halifenin kurtarılması bir çelişkidir.
Ulus iradesi kavramını "ulusa" benimsetmek için bir geçiş dönemine ihtiyaç vardı. Bu dönemde her iki kavramı bir arada kullanmak, eskisine dokunmamak; ama yenisini de tanıtmak gerekiyordu.
İKİNCİ BALIKESİR KONGRESİ
26-30 Temmuz tarihleri arasında Balıkesir'de ikinci bir kongre toplamışlardı. Bu kongrede yerel nitelikte olmakla birlikte, temsilcileri daha genel kapsamlı istekler ileri sürüp, atılacak adımların bütün işgal bölgelerini de kurtarmaya özendirmesi yolunda ulusal bazı dileklerde bulunmuşlardı.
Ama çok tehlikeli bir durum olan Yunan ilerleyişi nedeniyle kongrenin yerel niteliği daha ağırbasmış görülüyor. Kongreye katılanlar bütün güçlerini birleştirmeyi, Yunanlılara karşı savaşmak için asker toplamayı ve gereken diğer bütün önlemleri almayı kararlaştırmışlardır.
Bu arada bütün kongrelerde olduğu gibi, burada da padişaha bağlılık telgrafı çekilmesi ihmal edilmemiştir.
BİRİNCİ NAZİLLİ KONGRESİ
Kuvay-ı Milliye birlikleri arasında uyum sağla
gül_34- Adminastör
- Mesaj Sayısı : 124
Kayıt tarihi : 21/09/09
Nerden : İstanbul
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz